text
stringlengths
115
474k
Haklar
stringclasses
21 values
Kararın Bağlantı Linki
stringlengths
53
58
Başvuru Konusu
stringlengths
0
2.09k
labels
int64
0
1
Başvuru, hukuk davasında delillerin değerlendirilmesinde ve hukuk kurallarının uygulanmasında hata yapılarak adil olmayan karar verilmesi ve uzun yargılama nedeniyle adil yargılanma hakkının, mobbinge (psikolojik baskı) maruz kalınması nedeniyle maddi ve manevi varlığını koruma ve geliştirme hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvuru 1/7/2019 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüş bildirmemiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, özel bir eğitim kurumunda görsel sanatlar, teknoloji ve tasarım öğretmeni olarak görev yapmaktadır. Çalıştığı okuldan istifa ederek ayrılan başvurucu hakkında anılan eğitim kurumu tarafından erken fesih nedeniyle ihbar tazminatı ile cezai şartın tahsili amacıyla icra takibi başlatılmıştır. Başvurucu tarafından, mobbing altında imzalatılan istifa dilekçesinin gerçek anlamda bir istifa dilekçesi sonuçlarına bağlanmasının hukuka aykırı olduğu ve borçlu olmadığının tespitine karar verilmesi istemiyle 27/12/2013 tarihinde İstanbul İş Mahkemesinde (Mahkeme) menfi tespit davası açılmıştır. Mahkemenin 13/10/2015 tarihli kararı ile takibe konu olan 901,59 TL cezai şart tazminatı yönünden başvurucunun davalıya borçlu bulunmadığına, şartlar oluşmadığından kötü niyet tazminat talebinin reddine ve ihbar tazminatı yönünden de başvurucunun aleyhine olarak davanın reddine karar verilmiştir. Taraflarca yapılan temyiz kanun yolu başvurusu üzerine Yargıtay Hukuk Dairesince 29/3/2019 tarihinde Mahkeme kararının yargılama giderlerine yönelik kısmının düzeltilerek onanmasına karar verilmiştir. Nihai karar 31/5/2019 tarihinde tebliğ edilmiş, başvurucu 1/7/2019 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.
Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler)
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2019/23901
Başvuru, hukuk davasında delillerin değerlendirilmesinde ve hukuk kurallarının uygulanmasında hata yapılarak adil olmayan karar verilmesi ve uzun yargılama nedeniyle adil yargılanma hakkının, mobbinge (psikolojik baskı) maruz kalınması nedeniyle maddi ve manevi varlığını koruma ve geliştirme hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.
1
Başvuru, taşınmazların imar durumunun kamu hizmeti alanı olarak belirlenmesi nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvurular 20/4/2017 tarihinde yapılmışlardır. Başvurulara ait başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemelerinden sonra başvurular Komisyonlara sunulmuştur. Komisyonca başvuruların kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvuruların kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Konularının aynı olması nedeniyle 2017/5988, 2017/6583, 2017/7502, 2017/8004, 2017/8441, 2017/8455, 2017/9353, 2017/11425, 2017/11730 ve 2017/13448 numaralı bireysel başvuru dosyalarının 2017/5986 numaralı bireysel başvuru dosyası ile birleştirilmesine ve incelemenin bu dosya üzerinden yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, İstanbul'un Fatih ilçesinde bulunan bir gayrimüslim cemaat vakfıdır. Başvurucu Vakfın Fatih ilçesinin çeşitli mahallelerinde yirmi adet taşınmazı bulunmaktadır. Bu taşınmazların imar durumları, Fatih Belediyesi tarafından hazırlanan ve İstanbul Büyükşehir Belediyesince 4/10/2012 tarihinde tasdik edilen 1/1000 ölçekli koruma amaçlı imar planına göre park ve dinlenme alanı olarak belirlenmiştir. Başvurucu, bu işleme karşı Fatih Belediyesi nezdinde itirazda bulunmuş; talebe cevap verilmeyince 3/4/2013 tarihinde İstanbul ve İdare Mahkemelerinde iptal davaları açmıştır. Mahkemelerce davaların reddine karar verilmiştir. Kararların gerekçesinde özetle şu hususlara değinilmiştir:i. Uyuşmazlık konusu taşınmazların davaların konusu olan plan yanında üst ölçekli planda da park ve dinlenme alanları olarak belirlendiğine vurgu yapılmıştır. ii. Mahkemelere göre imar hukukuna hâkim olan üst derecedeki düzenlemelere bağlılık ilkesi gereğince alt ölçekli planların üst ölçekli planlar ile uyumlu olması gerekmektedir. iii. Bu çerçevede olayda dava konusu 1/1000 ölçekli uygulama imar planının üst ölçekli plana uygun olarak düzenlenmiş olduğuna işaret edilmiştir. Buna göre ilgili idaresince değiştirilmediği, geri alınmadığı veya yargı yerlerince iptal edilmediği sürece alt ölçekli planın üst ölçekli plana uygun olmak zorunda olduğu vurgulanmıştır. Mahkemelerce 1/5000 ölçekli nâzım imar planı dava konusu edilmeksizin yalnızca bu plana göre hazırlanan 1/1000 ölçekli uygulama imar planına yönelik olarak davaların açılmış olduğu belirtilmiştir. Bu sebeple dava konusu işlemlerde hukuka aykırılık görülmediği açıklanmıştır. iv. Bunun yanında bazı kararlarda, imar planının uygulanmasına yönelik parselasyon planı yapılması, imar durum belgesi düzenlenmesi ve kamulaştırma gibi işlemlerin tesisi hâlinde bireysel işlem ile birlikte dayanağını oluşturan düzenleyici işlemlerin iptalinin istenebileceği belirtilmiştir. Danıştay Altıncı Dairesi 7/6/2016 tarihinde kararları onamış, başvurucunun karar düzeltme itirazları da 30/12/2016 tarihinde aynı Daire tarafından reddedilmiştir. Nihai kararlar başvurucu vekiline 3/4/2017 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucu 20/4/2017 tarihinde bireysel başvurularda bulunmuştur. 3/5/1985 tarihli ve 3194 sayılı İmar Kanunu'nun maddesi şöyledir:"Belediyeler; imar planlarının yürürlüğe girmesinden en geç 3 ay içinde, bu planı tatbik etmek üzere 5 yıllık imar programlarını hazırlarlar. Beş yıllık imar programlarının görüşülmesi sırasında ilgili yatırımcı kamu kuruluşlarının temsilcileri görüşleri esas alınmak üzere Meclis toplantısına katılır. Bu programlar, belediye meclisinde kabul edildikten sonra kesinleşir. Bu program içinde bulunan kamu kuruluşlarına tahsis edilen alanlar, ilgili kamu kuruluşlarına bildirilir. Beş yıllık imar programları sınırları içinde kalan alanlardaki kamu hizmet tesislerine tahsis edilmiş olan yerleri ilgili kamu kuruluşları, bu program süresi içinde kamulaştırırlar. Bu amaçla gerekli ödenek, kamu kuruluşlarının yıllık bütçelerine konulur. İmar programlarında, umumi hizmetlere ayrılan yerler ile özel kanunları gereğince kısıtlama konulan gayrimenkuller kamulaştırılıncaya veya umumi hizmetlerle ilgili projeler gerçekleştirilinceye kadar bu yerlerle ilgili olarak diğer kanunlarla verilen haklar devam eder." 3194 sayılı Kanun'un maddesinin 4/7/2019 tarihli ve 7181 sayılı Kanun ile değiştirilmeden önceki hâliyle üçüncü, dördüncü ve beşinci fıkraları şöyledir:"(Değişik üçüncü fıkra: 3/12/2003-5006/1 md.) Düzenleme ortaklık payları, düzenlemeye tâbi tutulan yerlerin ihtiyacı olan Milli Eğitim Bakanlığına bağlı ilk ve ortaöğretim kurumları, yol, meydan, park, otopark, çocuk bahçesi, yeşil saha, ibadet yeri ve karakol gibi umumî hizmetlerden ve bu hizmetlerle ilgili tesislerden başka maksatlarla kullanılamaz.Düzenleme ortaklık paylarının toplamı, yukarıdaki fıkrada sözü geçen umumi hizmetler için, yeniden ayrılması gereken yerlerin alanları toplamından az olduğu takdirde, eksik kalan miktar belediye veya valilikçe kamulaştırma yolu ile tamamlanır.Herhangi bir parselden bir miktar sahanın kamulaştırılmasının gerekmesi halinde düzenleme ortaklık payı, kamulaştırmadan arta kalan saha üzerinden ayrılır." İlgili uluslararası hukuk için bkz. Hüseyin Ünal, B. No: 2017/24715, 20/9/2018, §§ 24-
Adil yargılanma hakkı (Hukuk)-Mülkiyet Hakkı
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2017/5986
Başvuru, taşınmazların imar durumunun kamu hizmeti alanı olarak belirlenmesi nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
0
Başvuru, sahte fatura kullanıldığı gerekçesiyle resen tarh edilen vergi ziyaı cezalı katma değer vergisinin kaldırılması istemiyle açtığı davanın emsal kararların lehine olmasına karşın reddedilmesinin adil yargılanma hakkını ihlal ettiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 8/5/2017 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu adına, yasal defter ve belgeleri üzerinde yapılan incelemede alış belgeleri arasında sahte faturalara rastlanılmıştır. Başvurucu tarafından kullanılan bu faturaların yasal defterlere kaydının yapıldığı ve ilgili dönem beyannamelerine intikal ettirildiği hususlarının tespit edildiği gerekçesiyle 21/11/2014 tarihli vergi inceleme raporu düzenlenmiştir. Anılan raporda 2009 yılından devreden katma değer vergisinin azaltılması suretiyle 2010 yılı Mart dönemine ilişkin olarak vergi ziyaı cezalı katma değer vergisi tarhiyatı yapılmıştır. Başvurucu 2010 yılı Mart dönemine ilişkin olarak tarh edilen vergi ziyaı cezalı katma değer vergisinin iptali istemiyle İstanbul Vergi Mahkemesinde (Mahkeme) dava açmıştır. Mahkeme, başvurucunun açmış olduğu davayı 15/5/2015 tarihli kararı ile reddetmiştir. Kararın gerekçesinde, başvurucu Şirket hakkında tanzim edilen 21/11/2014 tarihli vergi inceleme raporu uyarınca yapılan tarhiyatlara karşı açılan diğer davalarda davanın reddine karar verildiğinden 2009/ döneminden sonraki döneme devreden katma değer vergisi tutarının anılan raporda belirtilen tutar olarak dikkate alınarak ve beyan tablosu yeniden düzenlenerek yapılan dava konusu cezalı tarhiyatta dahukuka aykırılık bulunmadığı belirtilmiştir. Başvurucunun itiraz istemi İstanbul Bölge İdare Mahkemesi İkinci Kurulunun (Bölge İdare Mahkemesi) 20/1/2016 tarihli kararı ile reddedilmiştir. Başvurucunun karar düzeltme istemin de 30/1/2017 tarihinde reddedilmesi üzerine mahkeme kararı kesinleşmiştir. Nihai karar başvurucuya 10/4/2017 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucu 8/5/2017 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. 25/10/1984 tarihli ve 3065 sayılı Katma Değer Vergisi Kanunu’nun maddesinin ilgili kısmı şöyledir: “Türkiye'de yapılan aşağıdaki işlemler katma değer vergisine tabidir: Ticari, sınai, zirai faaliyet ve serbest meslek faaliyeti çerçevesinde yapılan teslim ve hizmetler,... ” 3065 sayılı Kanun'un maddesinin ilgili kısmı şöyledir:  “ Mükellefler, yaptıkları vergiye tabi işlemler üzerinden hesaplanan katma değer vergisinden, bu Kanunda aksine hüküm olmadıkça, faaliyetlerine ilişkin olarak aşağıdaki vergileri indirebilirler:a) Kendilerine yapılan teslim ve hizmetler dolayısıyla hesaplanarak düzenlenen fatura ve benzeri vesikalarda gösterilen katma değer vergisi,... ” 3065 sayılı Kanun'un maddesinin ilgili kısmı şöyledir:  “ Yurt içinden sağlanan veya ithal olunan mal ve hizmetlere ait Katma Değer Vergisi, alış faturası veya benzeri vesikalar ve gümrük makbuzu üzerinden ayrıca gösterilmek ve bu vesikalar kanuni defterlere kaydedilmek şartıyla indirilebilir.... ” 4/1/1961 tarihli ve 213 sayılı Vergi Usul Kanunu'nun maddesinin ilgili kısmı şöyledir:"...B) İspat: Vergilendirmede vergiyi doğuran olay ve bu olaya, ilişkin muamelelerin gerçek mahiyeti esastır.Vergiyi doğuran olay ve bu olaya ilişkin muamelelerin gerçek mahiyeti yemin hariç her türlü delille ispatlanabilir. Şu kadar ki, vergiyi doğuran olayla ilgisi tabii ve açık bulunmayan şahit ifadesi ispatlama vasıtası olarak kullanılamaz.İktisadi, ticari ve teknik icaplara uymayan veya olayın özelliğine göre normal ve mutad olmayan bir durumun iddia olunması halinde ispat külfeti bunu iddia eden tarafa aittir." 213 sayılı Kanun'un maddesinin ilgili kısmı şöyledir:"Resen vergi tarhı, vergi matrahının tamamen veya kısmen defter, kayıt ve belgelere veya kanuni ölçülere dayanılarak tespitine imkan bulunmayan hallerde takdir komisyonları tarafından takdir edilen veya vergi incelemesi yapmaya yetkili olanlarca düzenlenmiş vergi inceleme raporlarında belirtilen matrah veya matrah kısmı üzerinden vergi tarh olunmasıdır. İnceleme raporunda bu maddeye göre belirlenen matrah veya matrah farkı resen takdir olunmuş sayılır.Aşağıdaki hallerden herhangi birinin bulunması durumunda, vergi matrahının tamamen veya kısmen defter, kayıt ve belgelere veya kanuni ölçülere dayanılarak tespitinin mümkün olmadığı kabul edilir.... Defter kayıtları ve bunlarla ilgili vesikalar, vergi matrahının doğru ve kesin olarak tesbitine imkan vermiyecek derecede noksan, usulsüz ve karışık olması dolayısiyle ihtiyaca salih bulunmazsa.... (Ek: 30/12/1980-2365/4 md.) Tutulması zorunlu olan defterlerin veya verilen beyannamelerin gerçek durumu yansıtmadığına dair delil bulunursa...." 213 sayılı Kanun'un maddesinin "Maksat" kenar başlıklı birinci fıkrası şöyledir:"Vergi incelemesinden maksat, ödenmesi gereken vergilerin doğruluğunu araştırmak tespit etmek ve sağlamaktır..." 213 sayılı Kanun'un "Vergi ziayı" kenar başlıklı maddesinin birinci fıkrası şöyledir: "Vergi ziyaı, mükellefin veya sorumlunun vergilendirme ile ilgili ödevlerini zamanında yerine getirmemesi veya eksik yerine getirmesi yüzünden, verginin zamanında tahakkuk ettirilmemesini veya eksik tahakkuk ettirilmesini ifade eder" 213 sayılı Kanun'un "Vergi ziyaı cezası" kenar başlıklı maddesinin birinci fıkrası ile ikinci fıkrasının ilgili kısmı şöyledir: "341 inci maddede yazılı hallerde vergi ziyaına sebebiyet verildiği takdirde, mükellef veya sorumlu hakkında ziyaa uğratılan verginin bir katı tutarında vergi ziyaı cezası kesilir."
Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler)
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2017/22937
Başvuru, sahte fatura kullanıldığı gerekçesiyle resen tarh edilen vergi ziyaı cezalı katma değer vergisinin kaldırılması istemiyle açtığı davanın emsal kararların lehine olmasına karşın reddedilmesinin adil yargılanma hakkını ihlal ettiği iddiasına ilişkindir.
0
Başvuru, idari işlemin iptali istemiyle açılan davanın hatalı değerlendirme sonucu reddedilmesi nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 4/12/2014 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, Şırnak'ta komando er olarak zorunlu askerlik hizmetini yerine getirirken 7/7/1991 tarihinde terör örgütü mensupları ile girilen çatışma esnasında başından yaralanmıştır. Şırnak Devlet Hastanesinde ilk müdahalesinin gerçekleştirilmesinin akabinde Diyarbakır Asker Hastanesine sevk edilen başvurucu hakkında beyin cerrahi uzmanı tarafından düzenlenen sağlık raporunda; başvurucunun hayati tehlike geçirmediği, uzuv zaafının olmadığı, yedi gün iş ve gücüne mâni olacak şekilde yaralandığı belirtilmiştir. Yapılan tedavinin ardından yeniden birliğine katılan başvurucu 26/8/1991 tarihinde askerlik hizmet süresini tamamlayarak terhis edilmiştir. Zonguldak Atatürk Devlet Hastanesi tarafından düzenlenen 30/10/2008 tarihli sağlık kurulu raporunda başvurucunun posttravmatik stres bozukluğu, fobik durum ve panik atak (askerlikte yoğun çatışmalara girmiş, yaralanmış, tedavi ile düzelme yok) tanısına ve değerlendirmelerine istinaden %50 çalışma gücü kaybı olduğu tespit edilmiştir. 17/5/2011 tarihinde Gülhane Askeri Tıp Akademisi Asker Hastanesi (GATA) Psikiyatri Kliniğine yatışı yapılan başvurucu, takibine karar verilerek 23/6/2011 tarihinde taburcu edilmiştir. Başvurucu 26/4/2012 ile 10/5/2012 tarihleri arasında da GATA'da Psikiyatri Kliniğinde yatarak tedavi görmüştür. GATA tarafından düzenlenen 9/5/2012 tarihli sağlık kurulu raporu ile başvurucu hakkında beyin hastalığı hasarı ve disfonksiyonuna bağlı tanımlanmamış organik kişilik ve davranış bozukluğu (organik nedenlere bağlı ruhsal bozukluklar) tanısı nedeniyle "Askerliğe elverişli değildir." kararı verilmiştir. Aynı raporda başvurucunun rahatsızlığının askerlik hizmetinde yaşadığı travmaların sebep ve tesiri ile meydana geldiği değerlendirmesine de yer verilmiştir. Başvurucu 10/5/2012 tarihinde Sosyal Güvenlik Kurumuna (SGK) başvurmuş ve9/5/2012 tarihli sağlık kurulu raporunu dayanak göstererek kendisine vazife malulü aylığı bağlanması talebinde bulunmuştur. SGK Sağlık Kurulunun 26/11/2012 tarihli raporunda, GATA tarafından düzenlenen 9/5/2012 tarihli rapordaki hastalığın görevin neden ve etkisiyle meydana gelmediği değerlendirmesinde bulunulmuştur. Söz konusu değerlendirmeye dayanak olarak başvurucunun 7/7/1991 tarihinde uğradığı silahlı saldırı sonrası askerî doktor tarafından düzenlenen kati raporda hayati tehlike geçirmediğinin, uzuv zaafının olmadığının, yedi gün iş ve gücüne mâni olacak şekilde yaralandığının belirtilmiş olması ve bunun dışında dosyada kranial (kafatası) ateşli silah yaralanmasını kesin olarak belirleyebilecek hiçbir tıbbi belge bulunmaması gösterilmiştir. Organik nedenlere bağlı ruhsal bozukluğun bünyesel hastalıklar sonucu oluştuğunun anlaşıldığı belirtilen raporda, başvurucunun yirmi bir yıl önce sağlam olarak terhis edilmesi, psikolojik hastalıkların sosyal, çevresel ve ailesel pek çok etkenin bir arada olması sonucu ortaya çıkabileceği bilimsel gerçeği karşısında rahatsızlığın tek başına askerlik dönemine bağlı olduğunu belirtmenin mümkün olmadığı ifade edilmiştir. SGK Vazife Malullüğü Tespit Kurulu 26/11/2012 tarihli sağlık raporuna istinaden 19/2/2013 tarihinde başvurucunun vazife malulü olmadığına karar vermiştir. Başvurucu, vazife malulü olarak kabul edilmemesine ilişkin işlemin iptali istemiyle Askeri Yüksek İdare Mahkemesinde (AYİM) dava açmıştır. AYİM Üçüncü Dairesi (Mahkeme) 19/12/2013 tarihli ara kararı ile GATA Profesörler Kurulundan;i. Başvurucunun 7/7/1991 tarihinde ateşli silahla yaralanması nedeniyle askerliğe elverişsiz hâle gelip gelmediği,ii. Organik nedenlere bağlı ruhsal bozukluğun tıbbi açıklamasının ne olduğu, iii. Başvurucunun 1991 yılında yaşadığı olay sonucu yaralanmasıyla bu rahatsızlık arasında nasıl bir sebep sonuç ilişkisi kurulabildiği, iv. Başvurucunun askerliğe elverişsiz hâle gelmesine neden olan rahatsızlığının bu yaralanmaya bağlı olarak oluşup oluşmadığı, oluştuğunun belirlenmesi durumunda söz konusu belirlemenin hangi bilimsel yöntemlere göre ve nasıl yapıldığı,v. Rahatsızlığın sebebinin tek bir olaya bağlanmasının mümkün olup olmadığı hususlarında bilgi istemiştir. Mahkemenin ara kararı üzerine GATA Profesörler Kurulu tarafından düzenlenen 24/3/2014 tarihli sağlık raporunda başvurucunun rahatsızlığına organik ruhsal bozukluk tanısı konulmuş, bu tanıya istinaden askerliğe elverişli olmadığı belirtilmiştir. Söz konusu raporda ayrıca, Mahkemenin ara kararı ile sorduğu hususlara ilişkin olarak özetle;i. Organik ruhsal bozuklukların etiyolojik olarak ortaya çıkan, beynin yapısı, biyokimyası veya nörofizyolojisindeki patolojilerle karakterize psikiyatrik tablolar olduğu,ii. Söz konusu rahatsızlığın en önemli etkeninin kafa travması olduğu,iii. Nöropsikiyatrik muayene bulgularının, başvurucuda görüntüleme ile işaret edilen ensefalomalazik alan (beynin bozulmuş alanı) ile uyumlu olduğu, başvurucunun rahatsızlığının yaralanmış olduğu beyin bölgesi ile ilişkili olduğu,iv. Görüntüleme yöntemleri ile işaret edilen beyindeki bozulmuş alanın bir kafa travması sonucu ortaya çıkmış olmasının mümkün olduğu; bu bozulmaya neden olabilecek, klinik tabloyu açıklayabilecek diğer tıbbi nedenlere dair ise herhangi bir bilgi, belge ve bulgu mevcut olmadığı,v. Bir kafa travmasının beyinde hasara yol açması ve bunun da başvurucuda görülen nöropsikiyatrik semptomlarla sonuçlanmasının mümkün olduğu, başvurucunun çatışmada yaralanma dışında başka bir kafa travması ya da hastalık öyküsü olmadığından hasarın bu yaralanmaya bağlı olabileceğinin düşünülebileceği,vi. Başvurucunun geçmiş kafa travması öyküsü ile son dönemde yakınmaları nedeniyle sağlık kuruluşlarına müracaat tarihi arasında geçen uzun süre ve bu döneme ait başka hiçbir tıbbi belgenin bulunmaması nedeniyle mevcut lezyonun askerlik sırasındaki kafa travması ile kesin olarak ilişkilendirilmesinin mümkün olmadığı açıklamalarına tespit ve değerlendirmelerine yer verilmiştir. Mahkeme 29/5/2014 tarihinde oyçokluğuyla verdiği kararla davayı reddetmiştir. Kararın gerekçesinde öncelikle askerliğe elverişli olmadığı tespit edilen başvurucunun malul olduğu konusunda uyuşmazlık bulunmadığı ancak bu maluliyetin askerlik hizmeti sırasında görevin sebep ve etkisiyle oluşup oluşmadığının ortaya konulması gerektiği belirtilmiştir. Bu bağlamda GATA Profesörler Kurulu raporunda başvurucunun maluliyetinin askerlik hizmeti sırasında yaşadığı kafa travması ile kesin olarak ilişkilendirilmesinin mümkün olmadığının belirtildiğine dikkat çekilen kararda, maluliyet durumunun askerlik hizmetinden kaynaklandığının ortaya konulamaması sebebiyle başvurucunun vazife malulü olarak kabul edilmemesi yönünde tesis edilen dava konusu işlemde hukuka aykırılık bulunmadığı ifade edilmiştir. Karşıoy görüşünde ise başvurucudaki mevcut rahatsızlığın etkenleri arasında sayılan kafa travmasının askerlik hizmeti sırasında yaşandığına ve söz konusu travmadan böyle bir rahatsızlığın ortaya çıkabileceğinin tıbbi verilerle ortaya konulduğuna dikkat çekilmiştir. Başvurucunun askerlik esnasında kafasından ateşli silahla yaralanması dışında bu tanıya götürecek başka bir neden ve bulgunun tespit edilemediği gözönüne alınarak başvurucunun askerlik hizmeti sırasında yaralanmasından dolayı malul hâle geldiğinin kabulünün oluşa ve anlatıma uygun düştüğü, buna göre dava konusu işlemin iptali gerektiği belirtilmiştir. Başvurucunun karar düzeltme istemi aynı Mahkemenin 23/10/2014 tarihli kararıyla reddedilmiştir. Nihai karar 17/11/2014 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiştir. Başvurucu 4/12/2014 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.
Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler)
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/18969
Başvuru, idari işlemin iptali istemiyle açılan davanın hatalı değerlendirme sonucu reddedilmesi nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
0
Başvuru, askerlik hizmeti sırasında ateşli silah yaralanması sonucu ölüm olayının meydana gelmesi ve bu ölüm olayına ilişkin etkili bir ceza soruşturması yürütülmemesi nedenleriyle yaşam hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 14/10/2015 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından, başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, başvuru hakkında görüş bildirilmesine gerek olmadığını değerlendirmiştir. Başvuru formu ve ekleri ile başvuruya konu ceza soruşturması dosyası içeriğinden tespit edilen ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, Diyarbakır/Kulp İlçe Jandarma Komutanlığı emrinde asker iken 19/9/2006 tarihinde yaşamını yitiren 1986 doğumlu Ş.K.nın babasıdır.A. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin İhlal Kararı Öncesindeki Ceza Soruşturması Süreci Askerlik eğitimini Jandarma Eğitim Tugay Komutanlığında (Bilecik) tamamlayan Ş.K. 2006 yılının Ağustos ayında Bayır Jandarma Karakoluna (Diyarbakır/Kulp) gitmiştir. Ş.K. 19/9/2006 günü saat 50 sıralarında nöbet yerinde ateşli silahla ağır şekilde yaralanmış vaziyette bulunmuştur. Bayır Jandarma Karakolunda görevli bazı rütbeli askerler ile erler tarafından imzalanan 19/9/2006 tarihli Olay Yeri Tespit Tutanağı'na göre saat 50 sıralarında karakol binasının güney yönünden silah sesinin gelmesi üzerine sesin geldiği yöne giden J Er ile J Er 13 No.lu nöbet yeri mevziinde nöbetçi olan Ş.K.yı 12 No.lu yedek nöbet yeri mevziinde yerde kanlar içinde yatar vaziyette görmüşlerdir. Tutanağa göre J Er ile J Er durumu hemen Uzman Çavuş O.ya bildirmişlerdir. Bunun üzerine koşarak olay yerine giden ve Ş.K.nın başından vurulmuş vaziyette yerde yattığını gören O. yardım için santrale haber verilmesini sağlamıştır. Tutanağa göre santrale haber verilmesi üzerine sivil hayatında sağlık memuru olarak görev yapan K. adlı asker Ş.K.ya ilk müdahaleyi yapmış, bu sırada zor da olsa nefes aldığı anlaşılan Ş.K. helikopterle Diyarbakır Asker Hastanesine sevk edilmiştir. Ş.K. hastaneye götürüldüğü sırada hayatını kaybetmiştir. Tutanakta ayrıca Ş.K. adına zimmetli G-3 piyade tüfeğinin askı kayışının Ş.K.nın ayak ucuna dolanmış olduğunun ve 12 No.lu yedek nöbet yeri mevziinin çatısında içe bakan sacda kan izlerinin bulunduğunun görüldüğü ifade edilmiştir. Tutanakta son olarak mevziye yaklaşık beş metre uzaklıkta boş bir mermi kovanının bulunduğu, Ş.K.nın hücum yeleğinde dört adet şarjörün olduğu, bu şarjörlerden üçünde yirmi adet, diğerinde ise 19 adet dolu fişek bulunduğu, O. adlı uzman çavuşun olay yerine ilk geldiğinde mevzi içinde yoğun bir barut kokusunun duyulduğunu belirttiği ifade edilmiştir. Ş.K.nın yolda hayatını kaybetmesi üzerine Askerî Savcı Yardımcısı S. eşliğinde Diyarbakır Asker Hastanesinde saat 30 sıralarında ölü harici muayenesi gerçekleştirilmiştir. Ölü Harici Muayenesi Tutanağı'nda; kişinin başının sol kısmında mermi çekirdeği giriş yarası, baş kısmının sağ kısmında ise mermi çekirdeği çıkış yarası bulunduğu, kişinin vücudunda başkaca darp ve cebir izine rastlanmadığı ifade edilmiştir. Ölü harici muayenesi işlemi sırasında kişinin fotoğrafları da çekilmiştir.Ölü Harici Muayenesi Tutanağı'nda kişinin başının sol kısmında mermi çekirdeği giriş yarası, sağ kısmında ise mermi çekirdeği çıkış yarası olduğu belirtilmiş ise de adli tabip G.B. hariç bu tutanağı imzalayan diğer kişiler 23/1/2007 tarihli başka bir tutanak daha düzenlemiş ve önceki tutanaktaki mermi çekirdeği giriş-çıkış yerlerinin sehven yanlış yazıldığını, aslında giriş deliğinin sağda, çıkış deliğinin ise solda olduğunu, bu durumun ölü harici muayenesinde çekilen fotoğraflardan da şüpheye yer bırakmayacak şekilde anlaşıldığını ifade etmişlerdir.23/1/2007 tarihli tutanakta; G.B.nin olay tarihinde geçici görevle Diyarbakır'da bulunduğu, görevi bittikten sonra da İstanbul'a döndüğü, bu sebeple düzeltme tutanağına onun yerine Diyarbakır Adli Tıp Kurumu Başkanı Ş.A.Ö.nün imza attığı belirtilmiştir. Ş.K.nın el ve yüz svapları 19/9/2006 günü saat 10'da alınmıştır. Kara Kuvvetleri Komutanlığı Kolordu Komutanlığı Askerî Savcılığı (Askerî Savcılık) 19/9/2006 tarihinde Kulp Cumhuriyet Başsavcılığına müzekkere yazarak olay yerinde keşif dâhil belli bazı araştırmalar yapılması ve bu araştırma sonuçlarının çok ivedi bir şekilde kendisine gönderilmesi talebinde bulunmuştur. Kulp Cumhuriyet Başsavcılığı Cumhuriyet savcısı bölgede yaşanan terör olayları nedeniyle 19/9/2006 tarihine olay yerine gidememiştir. Cumhuriyet savcısı Lice ilçesinden gelen Olay Yeri İnceleme ekibi ile birlikte ancak 20/9/2006 tarihinde olay yerine gidebilmiştir. Cumhuriyet savcısı olay yerine vardığında nöbet yerinin zemininin olaydan sonra temizlenmiş olduğu, bununla birlikte zeminde hâlen kan izlerinin bulunduğu, ayrıca Ş.K.nın olay sonrası düştüğü konumu gösterir çizimin zeminde olduğu, olayda kullanıldığı belirtilen tüfeğin boş olup içinin olaydan sonra boşaltıldığı tespitlerinde bulunmuştur. Cumhuriyet savcısı bu tespitleri yaptıktan sonra olayla ilgili olarak bazı askerlerin ifadesini almıştır. Ş.K.yı vurulmuş vaziyette ilk gören ifadesinde özetle olay günü saat 50 sıralarında gazinoda bulunduğu sırada dışarıdan silah sesine benzer bir gürültü gelmesi üzerine K. adlı çavuş tarafından karakolun arkasına bakmak üzere görevlendirildiğini, mevziye yaklaştığında Ş.K.nın yerde yattığını gördüğünü, bunun üzerine hemen dönerek durumu üstlerine haber verdiğini, bunun üzerine Ş.K.ya müdahale edildiğini ifade etmiştir. ayrıca Ş.K.nın psikolojik durumunda herhangi bir bozukluk olduğunu görmediğini, yalnızca anne ve babasının ayrı olduğunu bildiğini belirtmiştir. Cumhuriyet savcısı tarafından ifadesi alınan asker K. ise olay günü 00-00 saatleri arasındaki nöbeti kendisinin tuttuğunu, saat 00'de nöbeti Ş.K.ya devrettiğini, Ş.K.nın bu sırada moralinin oldukça bozuk olduğunu ifade etmiştir. Diğer askerler de olayı genel olarak tarafından belirtildiği ve Olay Yeri Tespit Tutanağı'nda ifade edildiği gibi anlatmış; ayrıca Ş.K.nın psikolojik bir rahatsızlığın bulunduğuna işaret eden herhangi bir hareketini görmediklerini, bununla birlikte anne ve babasının ayrı yaşadığını bildiklerini ifade etmişlerdir. Soruşturma kapsamında askerî savcı eşliğinde 20/9/2006 tarihinde klasik otopsi işlemi gerçekleştirilmiştir. Klasik otopsi işlemi sonucunda hazırlanan raporun sonuç kısmında kişinin ölümünün ateşli silah mermi çekirdeği yaralanmasına bağlı kafatası kırığı ve beyin harabiyeti sonucu meydana geldiği, ölüme neden olan atışın bitişik atış mesafesinden yapılmış olduğu belirtilmiştir. Askerî savcı 20/9/2006 tarihinde klasik otopsi işlemine hüviyet tanığı sıfatıyla katılan Ş. adlı erin ifadesini almıştır. Ş. ifadesinde özetle Ş.K.yı acemi birliğinden beri tanıdığını, Ş.K.nın bilinen bir rahatsızlığının veya psikolojik bir sorununun bulunmadığını, askerlerle ve rütbeli personelle iyi geçinen bir er olduğunu belirtmiştir. Askerî Savcılık 6/10/2006 tarihinde Kulp İlçe Jandarma Komutanlığına müzekkere yazarak diğer bazı taleplerin yanı sıra Bayır Jandarma Karakolunda görev yapan tüm personelin ifadesinin alınarak kendisine gönderilmesi talebinde bulunmuştur. Bunun üzerine Kulp İlçe Jandarma Komutanı İ.G. tarafından birçok askerin ifadesi alınmıştır. İfadesi alınan askerler genel olarak Ş.K.nın psikolojik sorunlarının bulunduğuna işaret eden herhangi bir olaya şahit olmadıklarını ifade etmişlerdir. Olay yeri incelemesi neticesinde muhafaza altına alınan Ş.K.ya ait 14E597 seri numaralı piyade tüfeği ile bir adet 62x51 mm çapındaki mermi kovanı gerekli tetkiklerin yapılması amacıyla Emniyet Genel Müdürlüğü Diyarbakır Kriminal Polis Laboratuvarına gönderilmiştir. Diyarbakır Kriminal Polis Laboratuvarının 12/10/2006 tarihli uzmanlık raporunda; 14E597 seri numaralı piyade tüfeğinin ateş etmesine mani mekanik herhangi bir arızasının bulunmadığı, silahın deneme amaçlı kullanılması sonucunda patladığının görüldüğü, incelenmek için gönderilen 62x51 mm çap ve tipindeki bir adet mermi kovanının 14E597 seri numaralı tüfek ile atılmış olduğu tespitleri yapılmıştır. Ş.K.nın el ve yüz bölgesinden alınan svaplar üzerinde Emniyet Genel Müdürlüğü Diyarbakır Kriminal Polis Laboratuvarı görevlileri tarafından atış artığı analizi yapılmıştır. Diyarbakır Kriminal Polis Laboratuvarı görevlileri tarafından hazırlanan 29/9/2006 tarihli uzmanlık raporuna göre Ş.K.nın sol el üstü ve sol yüz svaplarında atış artığı tespit edilmiştir. Anılan uzmanlık raporuna göre Ş.K.nın sol avuç içinden alınan svaplarda ve sağ avuç içi ile el üstünden alınan svaplarda ise atış artığı tespit edilememiştir. Uzmanlık raporunda son olarak Ş.K.nın sağ yüz svabında da atış artığı tespit edilemediği ifade edilmiştir. Askerî Savcılık, Ş.K.nın psikolojik durumu ile ilgili olarak psikiyatri uzmanından bilirkişi raporu almıştır. Psikiyatri Uzmanı tarafından hazırlanan raporda özetle intihar olayının genellikle bir psikiyatri hastalığı nedeniyle ortaya çıktığı ancak bunun bir kural olmadığı, zaman zaman herhangi bir rahatsızlığı olmayan kişilerin de anlık ve tepkisel davranışlar sonucu intihar ettiği, soruşturma kapsamındaki bilgi ve belgelere göre olayın bir intihar olup olmadığı ile ilgili olarak kesin bir kanaate varmanın mümkün olmadığı ifade edilmiştir. Askerî Savcılık tüfeğin hangi pozisyonda ateşlenmiş olabileceği hususu ile ilgili olarak da bilirkişi incelemesi yaptırmıştır. Yüzbaşı G. tarafından hazırlanan 15/5/2007 tarihli raporun sonuç kısmında; kan lekeleri, kriminal raporlar, Ş.K.nın yatış pozisyonu, silahın duruşu ve boş mermi kovanının konumu dikkate alındığında tüfeğin Ş.K. tarafından ateşlendiği sonucuna ulaşıldığı ifade edilmiştir. Askerî Savcılık yukarıdaki araştırmaların yanı sıra olay hakkında bilgisi olabilecek bazı kişilerin ifadelerini de almış ve elde ettiği tüm bu verileri değerlendirerek 17/5/2007 tarihinde kovuşturmaya yer olmadığına karar vermiştir. Askerî Savcılık, Ş.K.nın intihar ettiği kanaatine ulaşmış ve ölüm olayında ceza hukuku kapsamında kusur atfedilebilecek herhangi bir fail ya da fiilin bulunmadığı sonucuna ulaşmıştır. Başvurucu, soruşturmanın eksik yürütüldüğü iddiasıyla kovuşturmaya yer olmadığına dair karara itiraz etmiştir. Başvurucu itiraz dilekçesinde oğlunun arkadaşlarından öğrendiği kadarıyla olay günü oğlunun nöbet saatlerinin değiştirildiğini ancak soruşturma kapsamında bu konu ile ilgili olarak bir araştırma yapılmadığını ileri sürmüştür. Başvurucu, oğlu ile aynı karakolda görev yapan ve terhis olduktan sonra taziyeye gelen adlı askerin olay yerine giden ilk kişilerden olduğunu, bu askerin olayda kullanılan tüfeğin dipçik kısmının yerde mazgala dayalı olduğunu kendisine söylediğini, bu ifadenin olay hakkındaki tutanaklarla açıkça çeliştiğini, bu sebeple bu askerin ifadesinin tekrar alınması gerektiğini belirtmiştir. Başvurucu, adlı askerin ayrıca O. adlı uzman çavuşun Ş.K.nın kanasla vurulduğunu söylediğini belirttiğini, dolayısıyla bu hususun da araştırılması gerektiğini ifade etmiştir. Başvurucu itiraz dilekçesinde diğer bazı iddiaların yanı sıra savcının olay yerinde keşif yapmadığını, olay yerinde mermi çekirdeğinin bulunamadığını ve dinlenen tanıkların bağımsız bir şekilde ifade vermelerinin mümkün olmadığını ileri sürmüştür. Başvurucunun anılan karara yaptığı itiraz Hava Kuvvetleri Komutanlığı Askerî Mahkemesinin (Askerî Mahkeme) 27/8/2007 tarihli kararı ile reddedilmiştir.B. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin İhlal Kararı Kovuşturmaya yer olmadığına dair kararın kesinleşmesi üzerine başvurucu, oğlunun ölümü ile neticelenen olay hakkında tarafsız ve bağımsız bir ceza soruşturması yürütülmediğini, olayın gerçekleşme koşullarının aydınlatılamadığını, bu sebeple yaşam hakkının ihlal edildiğini ileri sürerek 16/4/2008 tarihinde Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine (AİHM) başvurmuştur (Hüseyin Kaplan/Türkiye, B. No: 20070/08, 15/10/2013). AİHM, başvurucunun iddialarını yaşam hakkının usul yönü ile ilgili görerek incelemesini bu kapsamda yapmıştır. AİHM, somut olay hakkında resen bir ceza soruşturması başlatılmış ise de yürütülen ceza soruşturmasında birçok eksikliğin bulunduğunu belirtmiştir. Bu kapsamda öncelikle soruşturmanın ilk aşamasında görev alan kişilerin olaya karışmış veya karıştığından şüphelenilen kişilerden bağımsız olmadığına işaret etmiştir. İkinci olarak olay yerinin Cumhuriyet savcısı henüz olay yerini incelememişken temizlendiğini tespit etmiş, bu durumun ise önemli bir eksiklik olduğunu vurgulamıştır. Son olarak kovuşturmaya yer olmadığına dair kararı denetleyen Askerî Mahkemenin bağımsız bir yapısının olmadığını, Askerî Mahkemede yer alan üç hâkimden birinin üstleri tarafından atanan ve askerî disipline tabi olan, meslekleri yüksek yargıçlık olan diğer iki hâkime göre aynı anayasal haklara sahip olmayan bir subay olduğunu ifade etmiştir. AİHM bu gerekçelerle yaşam hakkının usul yönünün ihlal edildiğine karar vermiştir (Hüseyin Kaplan/Türkiye, §§ 60-66). Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin İhlal Kararı Sonrasında Başlatılan Ceza Soruşturması Süreci AİHM'in ihlal kararı sonrasında başvurucunun talebi üzerine olay hakkında Askerî Savcılık tarafından yeni bir soruşturma başlatılmıştır. Askerî Savcılık bu kapsamda talimat yoluyla birçok tanığın ifadesini almıştır. Askerî Savcılık ilgili Cumhuriyet başsavcılıklarına talimatlar yazarak olay anında askerlik hizmetini ifa eden ancak daha sonra terhis olan erler ile olay anında uzman çavuş olarak görev yapan bazı askerlere aşağıdaki soruların sorulmasını istemiştir. Askerî Savcılık talimat yazısına Olay Tespit Tutanağı'nı, ifade tutanaklarını ve başvurucunun itiraz dilekçesini de eklemiştir. Askerî Savcılığın cevaplandırılmasını istediği sorular şunlardır:"A- Söz konusu olay ile ilgili olarak tutanakta belirtilen hususların doğru olup olmadığı, olay yerinin savcı gelene kadar neden muhafaza edilmediği, B- Olay yeri inceleme işlemlerinin yapılması konusunda kimin talimat verdiği, C- Henüz savcı olay yerini görmeden olay yerini kimin neden temizlediği, bu konuda kimden talimat alındığı, savcıya neden haber verilmediği, D- Müteveffanın babası Hüseyin KAPLAN'ın itiraz dilekçesinde belirttiği hususların doğru olup olmadığı, daha önce vermiş olduğu ifadeyi tekrar edip etmediği (...) (...)" Yeniden başlatılan soruşturma kapsamında, başvurucunun kovuşturmaya yer olmadığına dair karara yaptığı itiraz dilekçesinde (bkz. § 25) de adı geçen nin ifadesi alınmıştır. 20/4/2015 tarihli ifadesinde özetle çay ocağında olduğu sırada bir el silah sesi duyduğunu, silah sesinin geldiği nöbet yerinin çay ocağına yakın olduğunu, bu sebeple hemen çay ocağının penceresinden atlayarak nöbet yerine doğru koştuğunu, olay anında devriye onbaşısı olarak görev yapan adlı askerle birlikte olay yerine vardığını, nöbet mevziine 15-20 metre kala Ş.K.yı yerde yan yatar vaziyette gördüklerini, bunun üzerine hemen geri dönerek koşmaya başladıklarını ifade etmiştir. geriye doğru koşarken bir rütbeli ile karşılaştıklarını, rütbeli askerin kendilerine hemen mevzi almaları ve durumu karakoldakilere haber vermeleri gerektiğini söylediğini, bunun üzerine hemen karakola giderek durumu Uzman Çavuş O.ya ve Astsubay G.ye haber verdiğini, komutanlarının ise kendilerine hemen mevzi almaları gerektiğini söylediğini, bunun üzerine kendisinin mevzi aldığını, komutanlarının ise olay yerine doğru koştuğunu belirtmiştir. daha sonra kendisinden battaniye istenmesi üzerine battaniyeyi alarak olay yerine gittiğini, Ş.K.nın bu sırada nefes aldığını ve "Anne, anne." diye inlediğini, Ş.K.yı battaniyenin üstüne koyarak helikopter pistine götürdüklerini, akabinde ise gelen helikopterle Ş.K.nın hastaneye götürüldüğünü ifade etmiştir. ayrıca olay yerine savcının gelip gelmediğini hatırlamadığını, gerçekleştirilen işlemlerde herhangi bir usulsüzlük olup olmadığını bilmediğini ifade etmiştir. son olarak Uzman Çavuş O.nun "[Ş.K.] Kanas ile vurulmuş." dediğine şahit olmadığını, Ş.K.nın babasına "dosyadaki ifadelerin düzmece olduğu" yönünde bir söz de söylemediğini belirtmiştir. Soruşturma kapsamında 2/4/2015 tarihinde Uzman Çavuş O.nun ifadesi alınmıştır. O. ifadesinde özetle askerlerin korkması nedeniyle Bölük Komutanlığına ve Kulp Cumhuriyet Başsavcılığına da durumu bildirilerek olay yerinin temizlenmesine karar verildiğini ancak temizlenmeden önce olay yerinin fotoğraflarının çekildiğini belirtmiştir. O. ayrıca Ş.K.nın başından tek kurşunla vurulmuş olması nedeniyle olayı ilk başta kanasla yapılan bir terör saldırısı zannettiğini ifade etmiştir. Yeniden başlatılan soruşturma kapsamında ifadesi alınan Ş. adlı asker ise silah sesini duyduktan sonra olay yerine gittiğini ancak tüfeğin konumunu tam olarak hatırlayamadığını, gerçekleştirilen işlemlerde herhangi bir usulsüzlük görmediğini, kanas ile ilgili bir konu hatırlamadığını belirtmiştir. İfadeleri alınan diğer erler ile uzman çavuşlar da genel olarak yukarıdaki ifadelere benzer şekilde beyanda bulunmuşlardır. Yeniden başlatılan soruşturma kapsamında olay tarihinde Kulp ilçe jandarma komutanı olarak görev yapan İ.G. ile olay tarihinde Bayır Karakolu komutan vekili olarak görev yapan G.nin şüpheli sıfatıyla ifadeleri alınmıştır. Talimat yoluyla ifadesi alınan İ.G.ye Askerî Savcılığın istemi doğrultusunda şu sorular sorulmuştur:"A- Söz konusu olay ile ilgili olarakolay yerinin savcı gelene kadar neden muhafaza edilmediği, B- Olay yeri inceleme görevinin neden aynı karakolda görevli J.Astsb.Kd.Çvş. [ G.ye] verildiği, bu görevlendirmede kimden talimat aldığı, bağımsız görevli teknik personelin neden görevlendirilmediği, varsa buna ilişkin belgelerin neler olduğu,C- Olay yerinin temizlenmesi talimatını kendisinin verip vermediği (...) (...)" İ.G. ifadesinde ilk soruyla ilgili olarak özetle olayın yaşanmasını müteakip önce askerî savcıyla, daha sonra da Kulp Cumhuriyet savcısıyla irtibat kurup talimatlarını sorduğunu, Kulp Cumhuriyet savcısının terör tehdidi nedeniyle olay yerine bir gün sonra gelmeye karar verdiğini, bunun üzerine Karakol Komutanı'na tüfeğe dokunulmaması, boş mermi kovanının bulunarak muhafaza altına alınması, olay yerinin krokisinin çizilmesi ve fotoğraflarının çekilmesi talimatlarını verdiğini, dolayısıyla olay yerinin savcı gelene kadar muhafazasının Karakol Komutanı'nın sorumluluğunda olduğunu belirtmiştir. İ.G. ifadesinde ikinci soruyla ilgili olarak özetle G.ye olay yeri inceleme görevini değil olay yerinin olduğu gibi muhafaza edilmesi görevini verdiğini, Olay Yeri İnceleme ekibinin o dönemde Lice İlçe Jandarma Komutanlığında mevcut olduğunu, onlardan da zaten teknik personel talep ettiğini, ayrıca Diyarbakır Olay Yeri İnceleme ekibi tarafından Ş.K.nın el ve yüz svaplarının alındığını hatırladığını ifade etmiştir. İ.G. son soruyla ilgili olarak ise özetle olay yerinin temizlenmesi yönünde bir talimat vermediğini, bu konuda daha net bilginin G.den elde edilebileceğini ifade etmiştir. Talimat yoluyla ifadesi alınan G.ye ise Askerî Savcılığın istemi doğrultusunda şu sorular sorulmuştur:"A- Söz konusu olay ile ilgili olarakolay yerinin savcı gelene kadar neden muhafaza edilmediği,B- Olay yeri inceleme işlemlerini neden kendisinin yaptığı, savcının talimatının neden alınmadığı, olay yeri inceleme ekiplerinin neden beklenmediği, silahın ve boş kovanın ilk haliyle neden fotoğraflanmadığı,C- Henüz savcı olay yerini görmeden olay yerini kimin neden temizlediği, bu konuda kimden talimat alındığı, savcıya neden haber verilmediği,D- Müteveffanın babası Hüseyin KAPLAN'ın itiraz dilekçesinde belirttiği özellikle 'silahın ilk bulunduğu konuma ilişkin' hususların doğru olup olmadığı (...) (...)" G. ifadesinde özetle olay hakkında İ.G.ye bilgi verdiğini, İ.G.nin ise askeri savcıya durumu bildireceğini ve emre göre hareket edilmesi gerektiğini kendisine söylediğini, Askeri Savcılığa durumun bildirilmesi üzerine Askeri Savcılığın da Kulp Cumhuriyet Başsavcılığını talimatla yetkilendirmiş olduğunu öğrendiğini, işlemlerin Kulp Cumhuriyet savcısının talimatları doğrultusunda yapıldığını belirtmiştir. G., Ş.K.nın hayata döndürülmesi için yapılan müdahale sırasında olay yerinin bozulduğunu, kendini vurma hadisesi gün gibi ortada olduğundan ve Ş.K. hayatta kalsın diye çaba sarf edildiğinden fotoğraflama yapmanın ilk başta akıllarına gelmediğini, Ş.K. hastaneye sevk edildikten sonra olay yerinin fotoğraflarının çekildiğini belirtmiştir. G., delilleri saklama ya da yok etme gibi durumun söz konusu olmadığını ve olay yerinin temizlenmediğini ifade etmiştir. Askerî Savcılık elde ettiği tüm bu verileri değerlendirerek ilk kararda kabul edilen maddi vakıadan ayrılmayı gerektirir yeni bir delil elde edilmediği sonucuna ulaşmış ve 27/7/2015 tarihinde bir kez daha kovuşturmaya yer olmadığına karar vermiştir. Askerî Savcılık Ş.K.nın başında bir adet mermi giriş ve çıkış deliği bulunması, atışın bitişik atış mesafesinden yapılması, Ş.K.nın el ve yüz svaplarında atış artığı bulunması, mevzide ve silahın namlusunda barut kokusu olduğunun ifade edilmesi gibi hususları dikkate alarak Ş.K.nın intihar ettiği kanaatine varmıştır. Askerî Savcılık, ilk incelemenin karakol personelince yapılması ve kaza yerinin savcı olay yerine henüz gelmeden temizlenmesi hususlarının ise Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin (Sözleşme) maddesine aykırılık teşkil ettiğini ancak bu işlemlerin yenilenmesinin veya düzeltilmesinin bu aşamada söz konusu olmadığını, Sözleşme'nin maddesinin ihlali niteliğindeki bu işlemleri tesis edenlere isnat edilebilecek suçun 26/9/2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu'nun maddesinde tanımlı memuriyet görevini ihmal suçu olduğunu, ne var ki bu suç için de 5237 sayılı Kanun'un maddesi uyarınca sekiz yıl şartı olarak aranan zamanaşımı süresinin dolduğunu belirtmiştir. Başvurucunun anılan karara yaptığı itiraz Askerî Mahkemenin 4/9/2015 tarihli kararı ile reddedilmiştir. Bu karar 18/9/2015 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiştir. Başvurucu 14/10/2015 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. 4/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun "Kovuşturmaya yer olmadığına dair karar" kenar başlıklı maddesinin (3) numaralı fıkrası şöyledir:  “Kovuşturmaya yer olmadığına dair kararın etkin soruşturma yapılmadan verildiğinin Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin kesinleşmiş kararıyla tespit edilmesi veya bu karar aleyhine Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine yapılan başvuru hakkında dostane çözüm ya da tek taraflı deklarasyon sonucunda düşme kararı verilmesi üzerine, kararın kesinleşmesinden itibaren üç ay içinde talep edilmesi hâlinde yeniden soruşturma açılır.”
Yaşam hakkı-Kötü muamele yasağı
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2015/16497
Başvuru, askerlik hizmeti sırasında ateşli silah yaralanması sonucu ölüm olayının meydana gelmesi ve bu ölüm olayına ilişkin etkili bir ceza soruşturması yürütülmemesi nedenleriyle yaşam hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
0
Başvuru, makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvurular 29/4/2014 tarihi ve sonrasında yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. 2014/15943 ve 2015/8274 sayılı bireysel başvuru dosyaları, konu yönünden hukuki irtibat nedeniyle 2014/5923 sayılı dosya üzerinde birleştirilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına gönderilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: Başvurucular Numan Ersak, Mehmet Şefik Ersak, Mehmet Refik Ersak, Süreyya Kavak, Servet Ersak, Seher Yılmaz ve Süheyle Ergün'ün babalarının dedesi, başvurucu Berrin Sandıkçı'nın dedesinin dedesi ve başvurucu Gülser Bahadır'ın eşinin babasının dedesi olan muris Hamdan Ersak'ın, başvurucu Mehmet Eren'in dedesi olan muris Halil Eren'in ve başvurucular Necati Eren ile Zeki Eren'in dedeleri olan muris Keleş Eren'in davacı; başvurucu Zerga Gülöz'ün babası olan muris İsmail Bulut'un ise davalı sıfatıyla yer aldığı 14/10/1955 tarihinde Mardin Asliye Hukuk Mahkemesinde açılan tapu iptali ve tescil davasında yerel Mahkemece verilen karar Yargıtayca bozulmuş; bozmadan sonra Mardin Kadastro Mahkemesine devredilen dava yerel Mahkeme aşamasında derdest durumdadır.
Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler)
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/5923
Başvuru, makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
0
Başvuru; yargılama sırasında hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına rızasının olmadığına dair beyanından, müdafinin karar duruşmasında dönmesine rağmen hakkında hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına rızasının olmadığından bahisle karar verilmemesi nedeniyle hakkaniyete uygun yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Trabzon Cumhuriyet Başsavcılığı (Başsavcılık) başvurucunun mala zarar verme suçunu işlediği iddiası ile hakkında soruşturma başlatmıştır. Soruşturma neticesinde Başsavcılık başvurucunun anılan suçtan cezalandırılması talebiyle 24/3/2021 tarihinde iddianame düzenlemiştir. İddianamenin kabulü ile açılan dava, Trabzon Asliye Ceza Mahkemesince (Mahkeme) görülmeye başlanmıştır. Duruşma üç celsede bitirilmiştir. İkincicelsede başvurucu; alınan savunmasında suç işleme kastı ile hareket etmediğini, hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına (HAGB) rızasının olmadığını belirtmiştir. Yine aynı celse başvurucu müdafii, ifadeler alındıktan sonra esasa ilişkin beyanda bulunacağını belirtmiştir. Üçüncü celsede başvurucu müdafii; önceki savunmalarını tekrar ettiğini, müvekkilinin üzerine atılı suçu işlemediğini, ayrıca müvekkili HAGB'ye rızasının olmadığını söylemiş ise de vekâletnamedeki özel yetki uyarınca HAGB'ye rızasının olduğunu belirtmiştir. Başvurucunun 23/3/2021 tarihinde verdiği vekâletnameye göre müdafinin hükmün açıklanmasının geri bırakılmasını talep etme yetkisi olduğu anlaşılmıştır. Mahkeme 4/11/2021 tarihli kararıyla başvurucunun mala zarar verme suçundan 740 TL adli para cezası ile cezalandırılmasına ve kabul etmediği için HAGB'nin uygulanmamasına kesin olarak karar vermiştir. Gerekçeli kararın ilgili kısmı şöyledir:"...katılanın istikrarlı bir şekilde sanık [başvurucu] tarafından aracına yumruk vurulmak suretiyle aracın camının kırıldığını beyan ettiği, katılanın beyanlarının tanık beyanlarıyla desteklendiği, katılanın beyanlarının görgü tespit tutanağıyla uyumlu olduğunun tespit edildiği, hakkında hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına rıza göstermeyen sanığın kovuşturma aşamasında katılanın uğramış olduğu 500,00-TL'lik zararı giderdiği, sanığın suçtan kurtulmaya ve cezayı azaltmaya yönelik beyanları ile kabulün aksine ileri sürülen delil ve beyanların gerçeği yansıtmadığı gibi dosya kapsamına da uygun düşmediğinin anlaşılması nedeniyle bu yöndeki beyanlara ve delillere itibar edilmediği, sanığın katılana yönelik eyleminin 5237 sayılı TCK'nın 151/1 maddesinde düzenlenen Mala Zarar Verme suç tipine uyduğu, suçun maddi ve manevi unsurlarının somut olayda oluşmuş olması nedeniyle mahkumiyetine,...B)5271 sayılı CMK'nın 231/5 ve devamı madde ve fıkraları uyarınca yapılan değerlendirme sonucunda, sanığın hakkında hükmün açıklanmasının geri bırakılması kararı verilmesini kabul etmediği anlaşılmakla konuya ilişkin şartlar somut olayda kül halinde gerçekleşmediğinden sanık hakkında kurulan HÜKMÜN AÇIKLANMASININ GERİ BIRAKILMASINA YER OLMADIĞINA... [karar verildi.]" Başvurucu, nihai hükmü 4/11/2021 tarihinde öğrendikten sonra 3/12/2021 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.
Adil yargılanma hakkı (Suç İsnadı)
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2021/55908
Başvuru, yargılama sırasında hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına rızasının olmadığına dair beyanından, müdafinin karar duruşmasında dönmesine rağmen hakkında hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına rızasının olmadığından bahisle karar verilmemesi nedeniyle hakkaniyete uygun yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
1
Başvuru; kötü muameleye maruz kalma riski bulunan ülkeye sınır dışı edilme kararı verilmesi ve idari gözetim altında tutmanın hukuki olmaması nedenleriyle kötü muamele yasağı ile aile hayatına saygı, kişi hürriyeti ve güvenliği haklarının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvuru 8/5/2019 tarihinde yapılmıştır. Başvurucu, Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü’nün (İçtüzük) maddesi uyarınca sınır dışı etme işleminin yürütmesinin tedbiren durdurulmasına karar verilmesini talep etmiştir. Birinci Bölüm Üçüncü Komisyonunca tedbir talebinin ve başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Birinci Bölüm tarafından 9/5/2019 tarihinde başvurucunun ülkesine sınır dışı edilmesine ilişkin işlemin geçici olarak (tedbiren) durdurulmasına karar verilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve ilgili kurumlardan gelen belgelere göre olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, 1986 doğumlu olup Tunus Cumhuriyeti vatandaşıdır. İstanbul Valiliği İl Göç İdaresi Müdürlüğü tarafından 30/4/2019 tarihinde başvurucunun sınır dışı edilmek üzere idari gözetim altına alınmasına karar verilmiştir. Başvurucu, söz konusu karar gereğince Kocaeli Geri Gönderme Merkezinde (GGM) idari gözetim altına tutulmaya başlanmıştır. Başvurucu tarafından 8/5/2019 tarihinde bireysel başvuruda bulunulmuştur. Başvurucu 5/8/2019 tarihli dilekçesiyle bireysel başvurusundan feragat ettiğini ve gönüllü olarak ülkesine dönmek istediğini belirtmiştir.
Yaşam hakkı-Kötü muamele yasağı
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2019/14737
Başvuru, kötü muameleye maruz kalma riski bulunan ülkeye sınır dışı edilme kararı verilmesi ve idari gözetim altında tutmanın hukuki olmaması nedenleriyle kötü muamele yasağı ile aile hayatına saygı, kişi hürriyeti ve güvenliği haklarının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.
0
Başvuru, icra mahkemesine yapılan şikâyet hakkında usul ve kanuna aykırı karar verilmesi ve temyiz talebinin süre yönünden reddedilmesi nedenleriyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 18/12/2013 tarihinde Elmalı İcra Hukuk Mahkemesi vasıtasıyla yapılmıştır. Başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesi neticesinde başvurunun Komisyona sunulmasına engel teşkil edecek bir eksikliğinin bulunmadığı tespit edilmiştir. İkinci Bölüm Üçüncü Komisyonunca 23/3/2015 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm tarafından 25/3/2016 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. A. Olaylar Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucunun kefili olduğu 25/9/2008 tarihli ve 279,70 TL bedelli kredi sözleşmesine dayalı olarak aleyhine Antalya İcra Müdürlüğünün E.2008/19565 sayılı dosyasında ilamsız icra takibi başlatılmıştır. Takip kapsamında başvurucu adına tapuda kayıtlı bulunan Antalya ili Elmalı ilçesi Eskihisar köyü Köy içi mevkii 1337 parsel sayılı taşınmaz kaydına haciz konmuş ve taşınmazın satış işlemlerine başlanmıştır. Başvurucu; haciz işleminin kendisine bildirilmediğini, kıymet takdir raporunun usulsüz olduğunu, hacze konu evin hâline münasip ev olması nedeniyle haczedilemeyeceğini, satışa hazırlık işlemlerinde yapılan tebligatların usulsüz olduğunu, gerekli ilanların yapılmadığını belirterek satış işlemlerinin durdurulması ve haczin kaldırılması istemiyle Elmalı İcra Hukuk Mahkemesinin E.2012/26 sayılı dosyasında şikâyette bulunmuştur. Mahkeme 16/11/2012 tarihli ve K.2012/102 sayılı kararıyla şikâyeti reddetmiştir. Mahkemenin 16/11/2012 tarihli karar celsesi tutanağında "Şikâyetin reddine dair davalı vekilinin yüzüne karşı davacı vekilinin yokluğunda yapılan açık yargılama sonunda kararın tefhim ve tebliğinden itibaren 15 gün içinde Yargıtayatemyizi kabil olmak üzere verilen karar açıklanıp okundu." ibaresi yazılmıştır. Gerekçeli kararın ilgili kısmı şöyledir:"...İcra Müdürlüğü'nün 2010/616 talimat sayılı dosyası incelenmiştir. Şikayetçi vekili:1-Satışa konu taşınmazın haczine ilişkin 103 davetiyesinin borçlu davacıya tebliğ edilmediği, 2-Satışa konu taşınmazın meskeniyet nedeniyle haczedilemeyeceği,3-Satışa hazırlık ve ilan işlemlerinin usulsüz olduğunu,ileri sürerek şikayette bulunmuştur. Şikayet konularından 103 davetiyesinin tebliğ edilmemesi ve meskeniyet iddiasına yönelik şikayet süreye tabi olup davacı taşınmaz haczinden çok önceden haberdar olduğundan (davacının haczedilen taşınmaz için açtığı kıymet takdirine itiraz davası 9/12/2011 tarihinde karara çıkmıştır) ve şikayet 7 günlük süre içinde yapılmadığından reddine karar verilmiştir. Davacı vekilinin satış işlemlerindeki usulsüzlük iddiaları incelenmiş, ilanların hem Belediye vasıtası ile hem askı sureti ile hem de gazete ile süresinde yapıldığı, satış ilanında satış yeri ve tarihinin yer aldığı satış ilanının satıştan çok önce 6/3/2012 tarihinde borçluya tebliğ edildiği zaten davacı vekili tarafından satıştan tebligattan önce 2/3/2012 tarihinde haberdar olunduğunun beyan edildiği, dolayısıyla satışa hazırlık işlemlerinde herhangi bir usulsüzlük bulunmadığı anlaşıldığından; buna yönelik şikayetlerin de reddine karar verilerek aşağıdaki gibi hüküm kurulmuştur.
Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler)
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/1382
Başvuru, icra mahkemesine yapılan şikâyet hakkında usul ve kanuna aykırı karar verilmesi ve temyiz talebinin süre yönünden reddedilmesi nedenleriyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
1
Başvuru, arsa vasfını haiz taşınmazın bir bölümü üzerinden kamulaştırma yapılmaksızın enerji nakil hattı geçirilmesi nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 14/2/2014 tarihinde yapılmıştır. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından, başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, bu aşamada başvuru hakkında bir görüş bildirilmeyeceğini ifade etmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucular Abdülkerim Çakmak, Mehmet Şükri Çakmak, Beyaz Çakmak ve Saadet Çakmak sırasıyla 1972, 1982, 1945 ve 1954 doğumlu olup Şanlıurfa ili Hilvan ilçesinde ikamet etmektedirler. Başvurucuların Şanlıurfa ili Hilvan ilçesi Karacurun mahallesinde kain ve toplam büyüklüğü 897 m² olan 97 ada ve 66 parsel numaralı arsa niteliğindeki taşınmazının 823,17 m²lik kısmının üzerinden kamulaştırma yapılmaksızın veya kamu irtifakı tesis edilmeksizin 1985 yılında enerji nakil hattı geçirilmiş; ayrıca anılan kısım üzerinde trafo binası inşa edilmiş ve elektrik direkleri dikilmiştir. Başvurucular tarafından, 27/6/2011 tarihinde Hilvan Asliye Hukuk Mahkemesinde (Mahkeme), taşınmazları üzerinden enerji nakil hakkı geçirilmesi ve taşınmaz üzerinde trafo binası ile direk inşa edilmesi nedeniyle fazlaya ilişkin hakları saklı kalmak üzere 000 TL maddi tazminat ödenmesi istemiyle dava açılmıştır. Başvurucular dava dilekçesinde, taşınmazın enerji nakil hattının altında kalan kısmı ile trafo binası inşa edilen ve elektrik direği dikilen kısımları yönünden tam bedelinin, diğer kısmı yönünden ise el atma nedeniyle taşınmazın değerinde meydana gelen azalmanın tazminat olarak hesaplanmasını talep etmişlerdir. Dilekçede, taşınmazın enerji nakil hatları altında kalan kısmı üzerinde ilgili mevzuat uyarınca inşaat yapılmasının mümkün olmaması nedeniyle bu kısmın tam bedelinin ödenmesi gerektiği belirtilmiştir. Davalı idare ise savunmasında, tazminata hükmedilmesi gerekiyorsa bunun, enerji nakil hattının koruma bandı altında kalan bölümünün mülkiyet bedeli üzerinden değil, irtifak hakkı bedeli üzerinden hesaplanması gerektiğini ileri sürmüştür. Mahkemece Hilvan Belediyesinden (Belediye) enerji nakil hattı altında kalan yerlere yapılaşma izni verilmesinin mümkün olup olmadığı sorulmuş, gelen cevabi yazıda, ilgili mevzuat uyarınca bu alanlara yapılaşma izni verilmesinin mümkün olmadığı ve buraların yol, park veya yeşil alan olarak ayrılması gerektiği ifade edilmiştir. Mahkemece 2/12/2011 tarihinde olay yerinde bilirkişilerle birlikte keşif yapılmıştır. İnşaat mühendisi iki bilirkişi tarafından hazırlanan raporda öncelikle emsal alınması gereken satış bedeli tespit edilmeye çalışılmıştır. Emsal teşkil ettiği değerlendirilen taşınmazın daha gelişmiş bir mahallede bulunması, şehir merkezine daha yakın bir mesafede olması ve konut alanının içinde yer alması hususları dikkate alınarak başvurucuların taşınmazının değerinin, emsal taşınmaza nazaran 2,2 kat daha az olduğu kanaati raporda açıklanmıştır. Bilirkişi heyetince, taşınmazın bir bölümü üzerinden enerji nakil hattının geçmesi nedeniyle taşınmaza olan talebin düşeceği, üzerinde inşaat yapılmasının çevredeki diğer taşınmazlara göre gecikebileceği ve yapılacak yapıların geri dönüşüm riskinin artacağı hususları gözönünde bulundurularak, el atma nedeniyle taşınmazın değerinin toplamda % 2 oranında azaldığı sonucuna ulaşılmıştır. Raporda, öncelikle üzerinde trafo inşa edilen ve direk dikilen toplam 146 m²lik bölüm için 503,74 TL tazminat hesaplanmış; ardından, toplam 897 m² büyüklüğünde olan taşınmazın, üzerinde trafo inşa edilen ve direk dikilen toplam 146 m²lik bölümü dışında kalan 751 m²sinin el atma nedeniyle değerinde meydana gelen azalma dikkate alınarak 889,57 TL ödenmesi gereken tazminat olarak belirlenmiştir. Mahkeme tarafından 18/9/2012 tarihinde verilen kararla, bilirkişi raporunda belirlenen 889,57 TL ile trafo ve direk yerleri için belirlenen 503,74 TL'den oluşan toplam 393,31 TL tazminata hükmedilmiş; trafo ve direk yerlerinin idare adına tesciline ve taşınmazın enerji nakil hattı koruma bandı altında kalan 823,17 m²lik kısmı üzerinde idare adına daimi irtifak hakkı tesis edilerek tapuya tescil edilmesine karar verilmiştir. Kararda, taşınmazın enerji nakil hattı geçirilen bölümü üzerinde irtifak hakkı tesisinin amaca ulaşmak bakımından yeterli olduğu ve 4/11/1983 tarihli ve 2942 sayılı Kamulaştırma Kanunu’nun maddesinin son fıkrası uyarınca, kamulaştırma yoluyla irtifak hakkı tesis edildiği durumlarda, taşınmazın değerinde meydana gelen düşüklüğün kamulaştırma bedeli olduğu belirtilerek tazminat miktarının irtifak değeri üzerinden hesaplanmasının gerekçesi açıklanmıştır. Mahkeme kararı, Yargıtay Hukuk Dairesinin (Daire) 11/2/2013 tarihli kararıyla onanmıştır. Ancak Daire, kararın düzeltilmesi safhasında verdiği 18/11/2013 tarihli kararla, kanun koyucu tarafından yapılan yasal değişiklikleri dikkate alarak, Mahkeme kararını harç ve vekâlet ücreti yönünden düzelterek onamıştır. Dairenin anılan kararı, 21/1/2014 tarihinde başvuruculara tebliğ edilmiştir. Başvurucular 14/2/2014 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuşlardır. A. Ulusal Hukuk 2942 sayılı Kanun’un “İrtifak hakkı kurulması” başlıklı maddesinin birinci fıkrası şöyledir:  "Taşınmaz malın mülkiyetinin kamulaştırılması yerine, amaç için yeterli olduğu takdirde taşınmaz malın belirli kesimi, yüksekliği, derinliği veya kaynak üzerinde kamulaştırma yoluyla irtifak hakkı kurulabilir." 2942 sayılı Kanun’un maddesinin üçüncü ve dördüncü fıkraları şöyledir:“Taşınmaz malın değerinin tespitinde, kamulaştırmayı gerektiren imar ve hizmet teşebbüsünün sebep olacağı değer artışları ile ilerisi için düşünülen kullanma şekillerine göre getireceği kâr dikkate alınmaz.Kamulaştırma yoluyla irtifak hakkı tesisinde, bu kamulaştırma sebebiyle taşınmaz mal veya kaynakta meydana gelecek kıymet düşüklüğü gerekçeleriyle belirtilir. Bu kıymet düşüklüğü kamulaştırma bedelidir.”B. Uluslararası Hukuk Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM), kamulaştırmasız el atmada adil giderimin ne şekilde sağlanacağına ilişkin olarak Papamichalopoulos ve Diğerleri/Yunanistan (B. No: 14556/89, 24/6/1993) kararından başlayan içtihadının seyrini, Guisso-Gallisay/İtalya [BD], B. No: 58858/00, 22/12/2009) kararında özetlemiştir (§ 98-101). Buna göre AİHM, Papamichalopoulos/Yunanistan kararında davalı devletin, başvurucuların taşınmazının otoriteler tarafından "gasp" edilmesi olarak nitelediği yirmi beş yıl süren kamulaştırmasız el atma nedeniyle oluşan fiili zararlar ile mülkten yararlanamama dolayısıyla oluşan kayıplar için arazinin güncel değerine ek olarak yetkililer tarafından inşa edilen binadan kaynaklı değer artışının da başvuruculara ödenmesi gerektiğine hükmetmiştir (Guisso-Gallisay/İtalya ([BD], § 98, 99). AİHM, taşınmazın güncel değerine ek olarak inşa edilen binadan dolayı oluşan değer artışını yansıtan bir miktara hükmedilmesi yönündeki içtihadını, yine kamulaştırmasız el atmayla ilgili olan Belvedere Alberghiera S.r.l/İtalya (B. No: 31524/96, 30/10/2003) ve Carbonara ve Ventura/İtalya (B, No: 24638/94, 11/12/2003) kararlarında da uygulamıştır. AİHM, taşınmazın iadesinin mümkün olmaması nedeniyle kararın verildiği tarihteki piyasa fiyatı dikkate alınarak belirlenen zararın tazminine hükmetmiştir. Söz konusu taşınmazın potansiyelini gözeten AİHM, ek olarak, varsa devlet tarafından inşa edilen binanın inşaat maliyetine dayanılarak hesaplanan miktarla telafi edilemeyen diğer kayıpların da tazmini arayışı içerisine girmiştir (Guisso-Gallisay/İtalya ([BD], § 100). AİHM, Büyük Daire tarafından onaylanan Scordino/İtalya kararı (B. No: 36813/97, 29/3/2006) ile Pasculli/İtalya kararında (B. No: 36818/97, 4/12/2007) da bu ilkeyi pekiştirmiş ve uygulamıştır. Anılan kararlarda, kamulaştırmasız el atma hadiselerinde, tazminat miktarının, müdahalenin sonuçlarının tamamen giderilmesi düşüncesini yansıtması gerektiğine işaret edilmiştir. AİHM, ilke kararını ortaya koyduğuPapamichalopoulos/Yunanistan kararında bulunan ihlalin ağırlığının onu (AİHM'i), eski hâlin iadesi (restitutio integrum) ilkesini uygulamaya sevk ettiğini ve özellikle müdahaleye konu olan taşınmazın, üzerinde varolan bina ile birlikte iadesinin, başvurucuları, (1) Numaralı Protokol'ün maddesinin gerekleri ihlal edilmemiş olsaydı kendilerini bulabilecekleri en yakın konuma yerleştirebileceğini not etmiştir. AİHM, eski hâle iadenin mümkün olmadığı durumlarda devletin, taşınmazın güncel değerine eş değer bir bedel ile taşınmaz üzerinde inşa edilen binaların varlığının neden olduğu değer artışını yansıtan bir miktarı başvuruculara ödemesi gerektiğine karar vermiştir (Guisso-Gallisay/İtalya [BD], § 101). AİHM, Guisso-Gallisay/İtalya davasında bu içtihadın yumuşatılması gerektiğini belirtmiştir. AİHM'e göre Papamichalopoulos/Yunanistan kararında ortaya konan ilkelerin İtalyan hukukuna özgü olan dolaylı kamulaştırmalara (constructive expropriation) uygulanması, genel kuraldan sapmalara (anomaly) yol açabilir. AİHM, ikisi de kamulaştırmasız el atmaya dayanan söz konusu davalar arasında iki temel fark tespit etmiştir. AİHM, Papamichalopoulos/Yunanistan kararına konu olayda başvurucuların taşınmaza malik bulundukları hususunun ulusal mahkemelerce kabul edilmesine rağmen başvuruculara kısmen dahi tazminat ödenmezken, Guisso-Gallisay/İtalya başvurusuna konu olayda, başvurucunun, taşınmazının mülkiyetini kaybettiğini ve mülkiyetin iadesine yönelik herhangi bir talebinin bulunmadığını belirtmiştir. AİHM ayrıca ilk davada idarenin hiçbir yasal dayanak olmadan taşınmazı işgal ettiği hâlde sonrakinde, idarenin, sosyal konut ve eğlence merkezi inşa etmek üzere hızlandırılmış usule tabi kılarak kamu yararı kararı alarak taşınmazı işgal ettiğini saptamıştır (Guisso-Gallisay/İtalya [BD], § 102). AİHM, Papamichalopoulos/Yunanistan davasının özellikleri dikkate alındığında, kamulaştırmasız el atmaya ilişkin olarak anılan kararda ortaya konulan ilkelerin dolaylı kamulaştırma (constructive expropriation) davalarına uygulanamayacağını ifade etmiştir. AİHM, somut davada (Guisso-Gallisay/İtalya), başvurucuların taşınmazın tam bedelini almaları gerektiğini kabul etmekle birlikte maddi zararın, önceki içtihadından farklı olarak kararın verildiği tarihin değil, taşınmazın mülkiyetinin kaybedildiği tarihin esas alınarak hesaplanması gerektiği sonucuna ulaşmıştır. AİHM, önceki yaklaşımın, belirsizliğe ve keyfî kararlar verilmesine kapı araladığını vurgulamıştır (Guisso-Gallisay/İtalya [BD], § 103). AİHM aynı zamanda, başvurucuların yoksun kaldıkları kazançlarının devlet tarafından otomatik olarak inşa edilen binanın brüt değerine eşit olduğunun değerlendirilmesinin haklı bir temelinin bulunmadığına işaret etmiştir. AİHM'e göre bu şekilde bir metot, otoriteler tarafından yüklenilenvezorunlu olarak taşınmazın orijinal potansiyeliyle bağlantılı olmayan kamu hizmetlerinin mahiyetine bağlı olarak başvuruculara muamelede eşitsizliğe yol açabilir. Ayrıca, bu şekildeki bir tazminat yöntemi, başvurucularınzararını tazmin edici bir işlev görmekten ziyade, devlete atfedilen maddi zararın tazmininde cezalandırıcı ve caydırıcı bir rol oynar (Guisso-Gallisay/İtalya [BD], § 103). AİHM bu gerekçelerle, somut davada başvurucunun, taşınmazın karar tarihindeki değeri ile binanın yapı maliyetine eş değer tazminata hükmedilmesi istemini reddetmiştir (Guisso-Gallisay/İtalya ([BD], § 105). AİHM'in Kahyaoğlu ve Diğerleri/Türkiye kararına konu olayda, başvurucuların taşınmazının bir bölümü üzerinde kamulaştırma yapılmaksızın veya kamu irtifakı tesis edilmeksizin enerji nakil hattı geçirilmiştir. Başvurucular tarafından kamulaştırmasız el atma nedeniyle açılan tazminat davasında Mahkeme bilirkişi görüşüne başvurmuştur. Bilirkişi, taşınmazın bir bölümünün üzerinden enerji nakil hattı geçirilmiş olması dolayısıyla değerinin % 9 oranında azaldığını kabul edilerek tazminat hesaplamıştır. Ancak Mahkemece, Yargıtay kararlarında kamu irtifakı kurulması nedeniyle taşınmazda oluşacak değer düşüklüğünün taşınmazın toplam değerinin % 2'sini geçemeyeceğinin belirtildiği gerekçe gösterilerek meydana gelen zararın taşınmaz değerinin % 2'siyle sınırlı olduğu sonucuna ulaşılmıştır. Mahkeme bu görüşten yola çıkarak bilirkişi raporundaki tespite rağmen taşınmaz değerinin % 7'sine isabet eden tazminat istemi yönünden davayı reddetmiştir. Söz konusu karar Yargıtay tarafından onanmıştır (Kahyaoğlu ve Diğerleri/Türkiye, B. No: 37203/05, 31/5/2016, § 4-19). AİHM, bilirkişi raporunda taşınmazda oluşan değer kaybı taşınmazın gerçek değerinin % 9 olarak tespit edildiği halde Mahkemenin, Yargıtay içtihadından hareketle zarar miktarını taşınmaz değerinin % 2'si ile sınırladırdığına işaret ettikten sonra, yargı mercilerince bunun gerekçesinin açıklanamadığını vurgulamıştır. AİHM, Yargıtayın, farklı durumların gözönünde bulundurulmasını dışlayan katı yorumu nedeniyle başvurucuların taşınmaz değerinin % 7'sine tekabül eden zararlarının karşılanamadığını belirtmiş ve bunun da kamu yararı ile bireysel yarar arasındaki adil dengeyi bozduğunu ifade ederek mülkiyet hakkının ihlal edildiği sonucuna ulaşmıştır (Kahyaoğlu ve Diğerleri/Türkiye, § 33-40).
Adil yargılanma hakkı (Hukuk)-Mülkiyet Hakkı
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/1964
Başvuru, arsa vasfını haiz taşınmazın bir bölümü üzerinden kamulaştırma yapılmaksızın enerji nakil hattı geçirilmesi nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
0
Başvuru, kamu makamlarının gerekli kontrol ve denetim ödevini yerine getirmemesinden dolayı kanuna aykırı olarak tıbbi müdahale gerçekleştirilmesi sonucu ölüm olayı meydana gelmesi ve açılan tam yargı davasının hatalı değerlendirmeyle reddedilmesi nedeniyle yaşam hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 20/2/2017 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüş bildirmemiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) üzerinden ulaşılan bilgi ve belgelere göre ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucunun kardeşi A.Ö. 24 haftalık hamile olup Ş. Devlet Hastanesinde (Devlet Hastanesi) görevli kadın doğum doktoru olan S.K. tarafından suç teşkil ettiği hâlde 8/11/2004 tarihinde gerçekleştirilen kürtaj işlemi sırasında cenin ile birlikte hayatını kaybetmiştir.A. Olayla İlgili Olarak Yürütülen Ceza Soruşturması Süreci Olayla ilgili olarak yürütülen soruşturma kapsamında Devlet Hastanesinde ebe olarak görev yapan tanık S.T.nin 12/11/2004 tarihinde alınan iki beyanının ilgili kısmı şöyledir:i. "... 2004 günü Saat:00 sıralarında hastanedeki görevime geldim. O gün öğle vakitlerine kadar her şey normaldi ve 00 sıralarında [A.] isminde 25-30 yaşları arası bir bayan ve yanında bir erkek şahıs geldi. Bu bayanın bize geliş nedenini kendisi söylemedi, bize sadece [S.] beyin gönderdiğini söyledi. Bir süre sonra [S.] bey hastaneyi aradı ve [] ebe hanımla görüştü. [] hanım doktor ile telefon görüşmesi yaptıktan sonra bana gelen hastanın rahatsızlığının 24 haftalık ölü bebek tanısıyla gönderildiğini söyledi ve Doktor beyin ilaç tedavisine başlamamız gerektiğini söylediğini bildirdi. Biz kadını yatırdık ve tedavisine başladık. Ben bu kadının karnında bulunan bebeğin ölü olup olmadığı hususunda bir sefer dinleme yaptım ve bir şey duymadım, doktor beyin de o tanı ile göndermiş olması nedeniyle pek fazla kontrol etme gereği duymadım. Biz doktorun bize belirtmiş olduğu tedaviyi kontrollü bir şekilde uyguladık. Bizim yapmış olduğumuz tedavi kadını ameliyata alana kadar devam etti. Bu kadının ilk gelişi ile ameliyat esnasına kadar doktor bey iki sefer gelip kendisi kontrol etti ve durumu hakkında bizden bilgi aldı Saat: 30 gibi kadında kanama başladı ve bir süre sonra bu kanama arttı. Bu kadını bu şekilde kanaması artınca doktor bey ile birlikte kadını ameliyat haneye aldık. Bu esnada ben ameliyat ekibini acilen göreve çağırdım. Ameliyat ekibi gelmeden biz doktor beyin nezaretinde kadının durumunun aciliyetinden dolayı işe başladık. ancak kadınının iç rahminin yırtılmış (Uterusda rüptür) olduğu anlaşıldı. Bunun üzerine bebek ve ekleri alındı. Bu esnada hasta eks oldu ..."ii. " ...Ben bir fiil [A.] isimli bayanın ameliyatına girdim ve ameliyat boyunca orada idim. Ben [S.] beyin çocuğu aldığını gördüm. Benim gördüğüm kadarı ile çocuk üzerinde her hangi bir olumsuzluk söz konusu değildi. yani çocuğun tüm uzuvları tamamdı. Çocuk alındıktan sonra kadını kurtarma telaşı olduğu için çocuğun nereye konduğunu ve morga kimlerin indirdiği konusunda ise bir bilgim yoktur, tahminen oradaki hizmetli şahıslar indirmiştir. Benim çocuğun koluııa ne olduğu konusunda bir bilgim yoktur, ben gördüğüm zaman çocuğun uzuvları tamdı ve bir eksiklik yoktu..." Tanık F.A.nın 12/11/2005 tarihli beyanının ilgili kısmı şöyledir:"...[S.] isimli doktorun muayenehanesinde buluştuk... Doktor ile [] bir iki dakikalığına dışarı çıkıp tekrar girdiler... Yaşadığını ölü olmadığını söyledi. Çocuğun bu haliyle alınması gerektiğini söyledi. Doktor bey bize ayrıca acilen hastaneye gitmemiz gerektiğini, kendisinin hemşireyi aradığını ve gerekli talimatı verdiğini söyledi..." Devlet Hastanesinin Başhekimi İ.nin 11/11/2004 tarihli beyanının ilgili kısmı şöyledir:" ...2004 günü Kadın hastalıkları ... uzmanı [S.K.] hastanemizde [A.] isimli bir hastayı suni sancıyla doğum ... başlatmış. hastadaki fetus ölüymüş tıbbi nedenlerle hastadaki fetusu suni sancı vermek suretiyle almak istemiş daha sonra ... kanama durdurulmaya çalışılırken hasta ex olmuş ben bunu kayıtlara bakarak öğrendim ancak benim öğrenme tarihim ve bu olaydan bilgi sahibi olmam 2004 günüdür, 2004 günü bana bu ameliyattan haber verilmedi. ben bu olayla ilgili doktor [S.K.] ile 2004 günügörüştüm ancak ameliyata katılan hemşirelerle görüşmedim, ayrıca doktor [S.K.] bey 2004 günü senelik iznini kullanıyordu, izne ayrılış tarihi istemiş olduğunuz ve gönderdiğimiz belgede de belirtildiği gibi 2004, göreve baslayacağı tarihte 2004 tür yani kendisi senelik iznini kullanırken bu müdahaleyi hastanemizde yapmışur... bu ameliyatı yapan ekipte görevli narkoz teknisyeninin adı [A.] isimli bir memurumuzdur. şu anda kendisi izindedir. Ameliyata katılan hemşirelerin adlarını bilmiyorum..." Sivas Cumhuriyet Başsavcılığı (Cumhuriyet Başsavcılığı) tarafından 24/5/2006 tarihli iddianameyle doktor S.K. hakkında kadının ölümü ile sonuçlanan çocuk düşürtme suçundan kamu davası açılmıştır. Sivas Ağır Ceza Mahkemesinin (Ağır Ceza Mahkemesi) 11/9/2008 tarihli kararıyla S.K.nın müsnet suçtan neticeten 5 yıl hapis cezasıyla cezalandırılmasına karar verilmiştir. Gerekçenin ilgili kısmı şöyledir:"... ...maktulün, 24 haftalık gebe olması nedeniyle, çocuğu aldırmak amacıyla babası, maktulün uzaktan akrabası olan [F.A.] ile birlikte [Ş.] İlçesinde Devlet Hastanesinde Kadın Doğum Uzmanı olarak görev yapan diğer sanık [S.K.nın] ilçede bulunan yazıhanesine gittikleri, sanık [S.K.nın] maktulü muayene ederken odasına kimseyi almadığı, bir müddet sonra hasta olan maktulü [Ş.] Devlet Hastanesine yönlendirdiği maktul [A.Ö.nün] [Ş.] Devlet Hastanesine olay günü olan 2004 günü saat 00 de yattıktan sonra saat 30 da ameliyata alındığı ve ameliyat esnasında çocuğunun alınmasından hemen sonra öldüğü anlaşılmıştır....Her ne kadar sanık [S.K.nın] ile, tanıklar [A.] ve [S.T.] maktul [A.Ö.nün] hastaneye geldiğinde hamile olduğu çocuğunun ölü olduğunu belirtmiş ve bu yönde [Ş.] Devlet Hastanesi kayıtlarına geçirilmiş ise de, dosya içerisinde mevcut 45 Adli tıp uzmanının katılımı ve 34 adli tıp uzmanının düşünceleri doğrultusunda hazırlanan Adli Tıp Kurumu Genel Kurulunun 2008 gün ve 36 sayılı raporunda açıkça belirtildiği üzere, maktul [A.Ö.nün] 24 haftalık gebe olduğu 5-6 aylık çocuğunun kürtaj yoluyla batın içerisinde göbek kordonunun kesilerek öldürüldükten sonra alet kullanılıp parçalanarak dışarı çıkartıldığı, maktulün ölümünün ceninin aletle parçalanması sırasında oluşan uterus rüptürüne bağlı iç kanama sonucu meydana gelmiş olduğu ve hekimin eylemi ile ölüm arasında illiyet bağı bulunduğu, ceninin düşürtülmesi ve gebeliğin sonlandırılması için tıbbi bir zorunluluğunun bulunmadığı, [Ş.] Devlet Hastanesi tarafından maktul [A.Ö.] hakkında düzenlenmiş olan hasta müşahede evrak ve ameliyat bültenin gerçeğe aykırı olarak düzenlenmiş olduğu anlaşıldığından, Sanık [S.K.nın] eylemi mahkememizce kadının ölümüne neden olan rızaya dayalı çocuk düşürtme olarak kabul edilmiş olup..." Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından S.K.nın 27/3/2019 tarihinde ölmesi nedeniyle ilamat dosyası infaz edilmeden iade edilerek ilamın ortadan kaldırılmasına karar verilmesinin talep edilmesi üzerine Ağır Ceza Mahkemesi tarafından verilen 24/4/2019 tarihli ek kararla Yargıtay Ceza Dairesinin 27/2/2014 tarihli onama kararıyla kesinleşmiş olan mahkûmiyet ilamının ortadan kaldırılmasına karar verilmiştir. B. Olayla İlgili Olarak Yürütülen Tazminat Davası Süreci Babası K.A. ile başvurucu 28/10/2008 tarihli dilekçeyle olayda hizmet kusuru bulunduğunu iddia ederek Sağlık Bakanlığından maddi ve manevi tazminat talebinde bulunmuştur. Başvurucu, talebin reddedilmesi üzerine 23/2/2009 havale tarihli dilekçeyle Sivas İdare Mahkemesinde (İdare Mahkemesi) tam yargı davası açmıştır. Dava dilekçesinde başvurucu, babası K.A. için 000 TL maddi, 000 TL manevi; kendisi için ise 000 TL manevi olmak üzere toplam 000 TL tazminat ödenmesini talep etmiştir. Sağlık Bakanlığı savunmasında doktor S.K.nın yıllık izinde olduğu dönemde idareden izin almadan veya idareyi haberdar etmeden gerçekleştirdiği hizmet dışı eylemi ile neticeye sebebiyet verdiğini, olayda kişisel kusur bulunduğunu, hizmet kusuru bulunmadığını bildirmiştir. İdare Mahkemesi 3/2/2010 tarihli kararla davanın reddine karar vermiştir. Gerekçenin ilgili kısmı şöyledir:"...Dava dosyasının incelenmesinden; davacılardan [K.A.nın] kızı, Onur Arslan'ın [başvurucu] kardeşi olan [A.Ö.nün] 2001 tarihinde evlendiği, ... boşandıkları, eşiyle ayrıldıktan sonra ... [T.] isimli şahsa ait markette çalışmaya başladığı, market sahibi [T.] isimli şahıstan hamile kaldığı, cenin 5,5-6 aylık iken aldırılmak istendiği, [K.] İli'nde 4 ila 5 doktora götürüldüğü, 5,5-6 aylık olması nedeniyle ceninin burada alınmadığı, daha sonra [Ş.] İlçesi'nde kadın doğum uzmanı olan [S.K.nın] özel muayenehanesine gidildiği, yapılan muayene sonrası hastaneye nakledilerek ameliyata alındığı, yapılan cerrahi müdahale sonrası cenin ve annenin hayatını 2004 tarihinde kaybettikleri, doktor [S.K.] hakkında 'kadının ölümüne neden olan rızaya dayalı çocuk düşürtme' suçu isnadıyla Sivas Ağır Ceza Mahkemesi'nin E:2006/89 esasında açılan davada yapılan yargılama sonucu 2008 gün ... kararla doktor [S.K.nın] anılan suçu işlediğinden bahisle 5 yıl mahkumiyetine karar verildiği, ... anlaşılmaktadır.Dava konusu olayda, ölen [A.Ö.nün] yakınları tarafından ölüm olayından 3 gün sonra doktor [S.K.] hakkında Cumhuriyet Savcılığına suç duyurusunda bulunulması üzerine, doktor ve ilgililer hakkında soruşturma başlatıldığı, yapılan soruşturma sonucu düzenlenen 2005 tarihli Soruşturma Raporunda özetle; olay tarihinde doktor [S.K.nın] yıllık izinde olduğu, şayet tıbbi bir müdahalede bulunulması ve bunun da hastanede yapılması gerekiyorsa hastane başhekimliğinden izin alınması gerektiği halde izin alınmadığı ve konuya ilişkin herhangi bir onayın olmadığı, muayenehanesine gelen maktulenin 24 haftalık gebe olduğunu doktorun da kabul ettiği, yasalara göre anne ve babasının rızası ile yasal kürtajın 10 haftaya kadar olduğu, olayda, yasal kürtaj süresinin çok üzerinde olduğu, eğer tıbbi bir endikasyon varsa müdahale öncesi muhtemel sonuçların hastanın kendisine ve yakınlarına anlatılması ve sonrasında işleme rıza gösterdiklerine ilişkin resmi yazı alınması gerektiği halde bu yönde herhangi bir işlem yapılmadığı, hastanın ex olması durumunda adli bir olay olması nedeniyle gecikmeksizin Cumhuriyet Savcılığına haber verilmesi ve yaralı ve delil niteliğindeki cesetten çıkarılan eşyanın adli makamlara teslim edilmesi gerekirken teslim edilmediği ... dolayısıyla, adli bir olayın gecikmesinde birinci derecede kusurlu olduğundan ... bahisle kınama cezası ile cezalandırılması gerektiği, teklifinin getirildiği ve idarenin herhangi bir kusurunun bulunmadığı kanaatine yer verildiği görülmüştür.Sivas Ağır Ceza Mahkemesince Adli Tıp Kurumuna yaptırılan ve karar içerisinde alıntısına yer verilen raporda; olay tarihinde [A.Ö.nün] 24 haftalık gebe olduğu, 5-6 aylık çocuğu kürtaj yoluyla batın içerisinde göbek kordonunun kesilerek öldürüldükten sonra alet kullanıp dışarı çıkartıldığı, maktülün ölümünün ceninin aletle parçalanması sırasında oluşan uterus rüptürüne bağlı iç kanama sonucu meydana gelmiş olduğu ve hekimin eylemi ile ölüm arasında illiyet bağı bulunduğu, ceninin düşürtülmesi ve gebeliğin sonlandırılması için tıbbi bir zorunluluğun bulunmadığının belirtildiği görülmektedir.Bu durumda, doktor [S.K.nın] 5237 sayılı türk Ceza Kanunu'nun 99/maddesindeki kadının ölümüne neden olan rızaya bağlı çocuk düşürtme suçunu işlediğinin Mahkeme kararıyla da sabit olduğu, ölen [A.Ö.] doktor tarafından özel muayenehanesinde muayene edildikten sonra muayenehanesinde yapması gereken cerrahi müdahaleyi hastaneye taşıdığı, diğer bir ifade ile, ameliyatın doktorun yıllık izinde olduğu kamu hizmeti sunucusu olmadığıbir zamanda yapıldığı ve ameliyat için Hastane Başhekimliğine herhangi bir bilgi verilmediği, dolayısıyla, idare ajanının izinde olduğu dönemde, idaresine haber verilmeksizin gerçekleştirilen ve konusu suç teşkil eden (gebelik süresi 10 haftadan fazla olan ceninin alınması) cerrahi müdahaleden idarenin sorumlu tutulamayacağı, diğer bir ifade ile, zararın kamu görevlisinin kamu gücünden aldığı yetkisini kullanırken meydana gelmediği, böylece, doktorun eylemi ile meydana gelen zarar arasında idare bakımından uygun illiyet bağının bulunmadığı, yani doktorun kişisel kusurunun bulunduğu, dolayısıyla, idarenin hizmet kusurunun bulunmadığı ve olayın idare açısından tazmini gerektirir bir yönünün bulunmadığı sonucuna ulaşılmıştır.Öte yandan, kişisel kusur nedeniyle adli yargıda ilgililer hakkında maddi manevi tazminat davası açılabileceği de açıktır.Açıklanan nedenlerle, davanın reddine..." Başvurucunun temyiz talebi, Danıştay Onbeşinci Dairesinin (Onbeşinci Daire) 22/4/2016 tarihli kararıyla oyçokluğuyla reddedilerek karar onanmıştır. Karşıoyun ilgili kısmı şöyledir:"...İhtilaf konusu olay muvacehesinde;1)Hekimin mahkumiyetine sebep olan fiilinin, Sağlık Bakanlığı'na bağlı devlet hastanesinde gerçekleştiği ve bu hastanede bulunan tüm ameliyat ekipmanlarını kullanabildiği,2)Hastanede görevli hemşire ve diğer çalışanlarla birlikte ameliyatı gerçekleştirdiği diğer bir deyişle, ameliyathaneyi yalnız başına hazırlamayıp, ameliyatı hekim sıfatıyla yalnız yapmadığı,3)Yıllık izinde olduğu bir dönemde izinli hekimin, ameliyathaneyi kullanabilmesine imkan sağlayacak, yönetim boşluğuna idarenin sebebiyet verdiği,4)Tüm bu süreçte görevli personelin bu durumu, hastane yönetimine bildirmediği, 5)Hastane yönetiminin kontrol ve murakabe görevini gereği gibi yapmadığı, Hususları gözönüne alındığında, idareye bağlı devlet hastanesinde kamu görevi ifa eden hekimin eyleminden idarenin de sorumlu olduğu hususu açıktır.Usul ve hukuka uygun bulunmayan davanın reddi yönündeki mahkeme kararının bozulması gerektiği..." Başvurucunun karar düzeltme talebi Onbeşinci Dairenin 22/11/2016 tarihli kararıyla oyçokluğuyla reddedilmiştir. Ret kararı başvurucuya 27/1/2017 tarihinde tebliğ edilmiş olup başvurucu 20/2/2017 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. İlgili hukuk için bkz. Aysun Okumuş ve Aytekin Okumuş, B. No: 2013/4086, 20/4/2016, §§ 44,
Yaşam hakkı-Kötü muamele yasağı
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2017/17652
Başvuru, kamu makamlarının gerekli kontrol ve denetim ödevini yerine getirmemesinden dolayı kanuna aykırı olarak tıbbi müdahale gerçekleştirilmesi sonucu ölüm olayı meydana gelmesi ve açılan tam yargı davasının hatalı değerlendirmeyle reddedilmesi nedeniyle yaşam hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
1
Başvuru, tahliye kararına rağmen serbest bırakılmama ve tutukluluğun makul süreyi aşması nedenleriyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvurular 30/4/2015, 14/12/2015 ve 5/2/2016 tarihlerinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvurucu tarafından yapılan 2016/2281 sayılı başvuru 2015/19666 sayılı başvuru ile, bu başvuru dosyası ise kişi ve konu bakımından hukuki irtibat bulunması nedeniyle 2015/7254 sayılı dosya ile birleştirilmesine ve incelemenin bu dosya üzerinden yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği (2015/7254 ve 2015/19666 sayılı başvurular bakımından) bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüşünü bildirmiştir. Başvurucu, Bakanlığın görüşüne karşı beyanlarını Anayasa Mahkemesine sunmuştur.2016/2281 sayıl başvuru 2015/19666 sayılı başvuru ile birleştirilmiş olması ve şikâyetlerin aynı mahiyette olması nedeniyle Bakanlıktan görüş sorulmamıştır. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler çerçevesinde ilgili olaylar özetle şöyledir:A. Tutuklamaya ve Serbest Bırakılmamaya İlişkin Süreç Başvurucu; olay tarihinde, uluslararası yayın yapan Samanyolu Televizyonunun da (STV) bünyesinde bulunduğu Samanyolu Yayın Grubunun grup başkanlığı görevini yürütmektedir. Adı geçen televizyon kanalı ve yayın grubuna bağlı diğer kanallar Fetullahçı Terör Örgütü/Paralel Devlet Yapılanmasının (FETÖ/PDY) amacı doğrultusunda yayınlar yaptığı ve kamuoyu oluşturmaya çalıştığı gerekçesiyle 27/7/2016 tarihli 29783 mükerrer sayılı Resmî Gazete'de yayımlanarak yürürlüğe giren 668 sayılı Kanun Hükmünde Kararname (KHK) ile kapatılmıştır. 2009 yılında Tahşiyeciler grubuna yönelik düzenlenen soruşturma ve kovuşturmaya sebebiyet verdikleri iddiasıyla başvurucuyla birlikte gazeteci, yapımcı, senarist, yönetmen ve emniyet görevlilerinin de dâhil olduğu kişiler hakkında iftira, sahtecilik ve kişiyi hürriyetinden yoksun kılma suçlarından İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığıncasoruşturma başlatılmıştır. Başvurucu, anılan soruşturma kapsamında 14/12/2014 tarihinde gözaltına alınmıştır. İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı, başvurucuyu tutuklanması istemiyle İstanbul Sulh Ceza Hâkimliğine sevk etmiştir. Anılan Hâkimlik 18/12/2014 tarihinde başvurucunun terör örgütü yöneticiliği suçundan tutuklanmasına karar vermiştir. Mahkemenin tutuklama kararının gerekçesi şöyledir: “…Şüphelinin örgütün yayın politikasına uygun yayınlar yaparak örgüt yöneticisi olduğu yönünde kuvvetli suç şüphesinin varlığını gösteren somut delillerin bulunduğu, yüklenen suçun yasada öngörülen ceza miktarı, işlendiği iddia edilen suçun önemli ve ciddi sayılan katalog suçlardan olması nedeniyle tutuklama nedeninin ‘kanun gereğince’ var sayıldığı, şüphelinin tutuklanmasına engel bir halinin (tutuklama yasağı ve yargılama engeli bulunmaması gibi) bulunmadığı, alması muhtemel ceza göz önüne alındığında kaçma şüphesinin bulunduğu, işin önemi, verilmesi beklenen ceza veya güvenlik önlemi değerlendirildiğinde Anayasa’nın maddesinde ifade olunan ‘ölçülülük ilkesi’ uyarınca, daha hafif koruma önlemi olan adli kontrol tedbiri uygulamasının bu aşamada soruşturmaya konu suç ve şüpheli açısından ‘yetersiz’ kalacağı ve amaca hizmet etmeyeceği kanaatine varılarak 5271 sayılı CMK’nın 100 ve devamı maddeleri gereğince TUTUKLANMASINA” Başvurucunun da aralarında olduğu şüphelilerin müdafileri, 20/4/2015 tarihinde İstanbul , , , , , , , , ve (bütün) Sulh Ceza Hâkimlerinin reddini ve tahliye taleplerini içeren dilekçeleri İstanbul Asliye Ceza Mahkemesine (nöbetçi asliye ceza mahkemesi olan) vermiştir. İstanbul Asliye Ceza Mahkemesi 21/4/2015 tarihinde, İstanbul Sulh Ceza Hâkimliklerinin tümüne yazı yazmış, dilekçelerde ileri sürülen hâkimin reddinin sebepleri konusunda yazılı olarak görüş bildirmelerini hâkimliklerden istemiştir. İstanbul Sulh Ceza Hâkimliği, İstanbul Asliye Ceza Mahkemesinin görüş bildirme istemine cevap vermemiş; diğer sulh ceza hâkimlikleri ise görüş bildirilmesi istemine 22/4/2015 tarihinde cevap vermiştir. Hâkimliklerin cevap yazılarında özetle sulh ceza hâkimlerinin reddi taleplerini inceleme, bu konuda karar verme yetki ve görevinin yine sulh ceza hâkimliklerine ait olduğu, hâkimin reddi müessesesinin kovuşturma aşamasına ait bir işlem olduğu, hâkimin reddi sebepleri mevcut olsa dahi bu talebin öncelikle ilgili mahkeme veya hâkimliğe yapılması gerektiği ve sulh ceza hâkimlerinin tamamının bu şekilde reddedilmesinin mümkün olmadığı ifade edilmiştir. Öte yandan İstanbul Asliye Ceza Mahkemesi 21/4/2015 tarihinde, İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığına yazı yazarak ilgili soruşturma dosyalarını tahliye talepleri hakkındaki görüşleriyle birlikte gönderilmesini istemiştir. Cumhuriyet Başsavcılığı, asliye ceza mahkemelerinin tahliye talepleriyle ilgili olarak karar verme yetkisinin bulunmadığını belirterek görüş bildirmemiş ve soruşturma dosyalarını göndermemiştir. İstanbul Asliye Ceza Mahkemesi "mahkemece hâkimin reddi talepleri ile ilgili yapılan değerlendirmenin dosyanın esası ile ilgili bir değerlendirme olmadığı, şüphelilerin tamamının tutuklu bulunduğu, dolayısıyla işin acele işlerden olduğu, dolayısıyla soruşturma dosyaları ve reddi hâkim talepleri konusunda görüşlerin istenilmesine rağmen gönderilmemesinin reddi hâkim talepleri konusunda incelemeye ve bir karar vermeye hukuken engel teşkil etmediği" gerekçesiyle incelemesini "şüpheliler müdafilerinin dilekçeleri, yazılı ve CD ortamındaki dilekçe ekleri, ilgili savcılıklardan ve Sulh Ceza Hâkimliklerinden gelen yazı cevapları ve görüşleri" üzerinden gerçekleştirmiştir. Mahkeme 24/4/2015 tarihinde İstanbul , , , , , , , , ve (bütün) sulh ceza hâkimlerinin reddi taleplerinin kabulüne, şüphelilerin tahliye talepleri konusunda karar vermek üzere 24/4/2015 tarihinde asliye ceza mahkemesi nöbetçisi olan İstanbul Asliye Ceza Mahkemesi Hâkimi B.nin görevlendirilmesine karar vermiştir. İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından talepte bulunulması üzerineİstanbul Sulh Ceza Hâkimliği 25/4/2015 tarihinde, İstanbul Asliye Ceza Mahkemesinin hâkimlerin reddi isteminin kabulüne ve görevlendirmeye ilişkin kararlarının yok hükmünde olduğunun tespitine karar vermiştir. İstanbul Sulh Ceza Hâkimliği, aynı tarihte İstanbul Asliye Ceza Mahkemesine bir yazı yazarak tahliye taleplerine bakma görev ve yetkisinin kendilerinde bulunduğunu belirtmiş ve ilgili taleplerin gönderilmesini istemiştir. İstanbul Asliye Ceza Mahkemesi, İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığınca soruşturma dosyalarının gönderilmemesi ve tahliye talepleri konusunda görüş bildirilmemesi üzerine tutukluluğun devamı yönünde mütalaada bulunulduğunu değerlendirerek tahliye talepleri konusundaki incelemesini işin tahliye yönünden değerlendirilmesinde bir sakınca olmadığı gerekçesiyle şüpheli müdafilerinin sunduğu bazı belge ve CD'ler üzerinden gerçekleştirmiştir. Mahkeme 25/4/2015 tarihinde başvurucunun da aralarında olduğu tüm şüphelilerin tahliyesine karar vermiştir. Diğer taraftan İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından talepte bulunulması üzerine İstanbul Sulh Ceza Hâkimliği 25/4/2015 tarihinde, İstanbul Asliye Ceza Mahkemesinin tahliyeye ilişkin kararlarının yok hükmünde olduğunun tespitine ve şüphelilerin tutukluluk hâllerinin devamına karar vermiştir. Kararda "İstanbul Adliyesindeki tüm Sulh Ceza Hâkimliklerinin reddine ve tutuklu şüphelilerin tahliye istemine ilişkin taleplerin Asliye Ceza Mahkemesi veya Ağır Ceza Mahkemelerince değerlendirilmesinin ve bu değerlendirmeler neticesinde tahliye talebinin reddi veya kabulü yönünde bir karar verilmesi halinde verilen bu kararların hukuken yasal mevzuatımıza göre mümkün olmadığı, verilen bu kararların da hukuken geçersiz, uygulanabilirliği olmayan ve mutlak butlan ile batıl olan veya diğer bir anlatımla yok hükmünde sayılan kararlar niteliğinde olduğu" ifade edilmiştir. İstanbul Asliye Ceza Mahkemesi 26/4/2015 tarihinde tahliye müzekkerelerini İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığına göndermiştir. Başsavcılık, İstanbul Sulh Ceza Hâkimliğinin 25/4/2015 tarihli kararına atıf yaparak şüpheliler hakkında düzenlenen tahliye müzekkerelerini İstanbul Asliye Ceza Mahkemesine iade etmiştir. İstanbul Asliye Ceza Mahkemesi 27/4/2015 tarihinde şüphelilerin tahliyesine ilişkin müzekkereleri yeniden İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığına göndermiş, Başsavcılık bunları yeniden İstanbul Asliye Ceza Mahkemesine iade etmiştir. Tahliye müzekkerelerinin ikinci kez iade edilmesi üzerine İstanbul Asliye Ceza Mahkemesi 27/4/2015 tarihinde, tahliye müzekkerelerinin yeniden Cumhuriyet Başsavcılığına gönderilmesine dair bir karar vermiştir. Öte yandan İstanbul Asliye Ceza Mahkemesi 27/4/2015 tarihinde, İstanbul Sulh Ceza Hâkimliğinin 25/4/2015 tarihli kararlarının yok hükmünde olduğunun tespitine karar vermiştir. İstanbul Asliye Ceza Mahkemesi 29/4/2015 tarihinde; önceki kararlarda görevsiz olunmasına rağmen dilekçelerin değerlendirilerek soruşturma aşamasında olan işlerle ilgili hâkimin reddi taleplerinin kabulüne karar verildiğini, hukuki yanılgıya düşülerek verilmiş olan bu kararların usul ve yasaya aykırı olduğunu, mahkemenin görevine girmeyen bir hususta karar verdiğini belirterek önceki kararlarının yok hükmünde sayılmasına karar vermiştir. İstanbul Asliye Ceza Mahkemesi de 28/4/2015 tarihinde "... hazırlık soruşturmalarında hâkim tarafından verilmesi gerekli kararları almak, işleri yapmak, bunlara karşı yapılan itirazları incelemek yetkisinin münhasıran Sulh Ceza Hâkimliğine ait olduğu, Asliye Ceza Mahkemelerinin soruşturma aşamasındaki işler ile ilgili olarak tutuklama ve tahliye kararı verme yetkilerinin olmadığı, Mahkememizce verilen 25/04/2015 tarihli ... karar ile mahkememizce verilen tahliye kararı[nın] mahkememizin görevsiz bulunması nedeniyle yok hükmünde sayılmasıgerektiği ..." gerekçesiyle tahliyeye ilişkin kararlarının yok hükmünde sayılmasına karar vermiştir. Başvurucu 26/4/2015 tarihinde (2015/7254 sayılı başvuru yönünden) bireysel başvuruda bulunmuştur.B. Sonraki Süreç İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığınca 17/9/2015 tarihinde başvurucunun da aralarında olduğu şüphelilerin terör örgütü kurma ve yönetme, silahlı terör örgütüne üye olma, iftira ve resmî belgede sahtecilik suçlarını işlediklerinden bahisle cezalandırılmaları istemiyle aynı yer Ağır Ceza Mahkemesinde kamu davası açılmıştır. İstanbul Ağır Ceza Mahkemesinin E.2015/281 sayılı dosyası üzerinden kovuşturma aşaması başlamıştır. 2/10/2015 tarihinde Mahkeme tensip incelemesiyle birlikte başvurucunun tutukluluğunun devamına karar vermiştir. Başvurucunun bu karara itiraz üzerine incelemeyi yapan İstanbul Ağır Ceza Mahkemesi 23/10/2015 tarihinde itirazın reddine karar vermiştir. Anılan karar18/11/2015 tarihinde başvurucu tarafından öğrenilmiştir. Başvurucu 14/12/2015 tarihinde (2015/19666 sayılı başvuru yönünden) bireysel başvuruda bulunmuştur. İstanbul Ağır Ceza Mahkemesi 25/12/2015tarihli celsede başvurucunun tutukluluğunun devamına karar vermiştir. Başvurucunun bu karara itirazı üzerine incelemeyi yapan İstanbul Ağır Ceza Mahkemesi 5/1/2016 tarihinde itirazın reddine karar vermiştir. Anılan karar20/1/2016 tarihinde başvurucu tarafından öğrenilmiştir. Başvurucu 5/2/2016 tarihinde (2016/2281 sayılı başvuru yönünden) bireysel başvuruda bulunmuştur. İstanbul Ağır Ceza Mahkemesinin 3/11/2017 tarihli kararıyla başvurucunun terör örgütü kurma ve yönetme suçundan 18 yıl, iftira suçundan 4 yıl veresmî belgede sahtecilik suçundan 9 yıl hapis cezasıyla mahkûmiyetine ve tutukluluk hâlinin devamına karar verilmiştir. Dava, bireysel başvurunun incelendiği tarih itibarıyla istinafta derdesttir. Başvurucu, eldeki başvurulardan önce Anayasa Mahkemesine 6/11/2015 tarihinde bireysel başvuruda (B. No: 2015/144) bulunmuştur. Söz konusu başvuruda başvurucu, bazı temel insan haklarının ihlal edildiğini ileri sürmüştür. Başvurucu;i Savcılık makamı tarafından ifadesi alınırken sözünün kesilmesi ve yanıltıcı beyanlarla soru sorulması nedeniyleadil yargılanma hakkının,ii. Kamu görevlilerinin yakalama ve gözaltı işlemleri sırasındaki eylemleri nedeniyle kötü muamele yasağının,iii. Tabii hâkim ilkesine aykırı, tarafsız ve bağımsız olmayan bir mahkeme tarafından tutuklanması, tutuklama kararının şartlarının oluşmaması, tutuklama kararı gerekçesinin ilgili ve yeterli olmaması, gözaltına alma koşullarının oluşmaması ve makul şüphenin bulunmaması, hukuka aykırı delilin kuvvetli suç şüphesi sayılarak tutuklama kararı verilmesi, soruşturma dosyasına erişiminin kısıtlanması, gözaltı süresinin aşılması, sorgu sürecinde geçen sürenin uzun olması ve gazetecilik faaliyeti nedeniyle tutuklanması nedenleriyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının,iv. Mesleki faaliyetleri nedeniyle hakkında soruşturma yapılması ve bu kapsamda tutuklanması nedeniyle ifade özgürlüğünün ihlal edildiğini ileri sürmüştür. Anayasa Mahkemesi 14/7/2015 tarihinde adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiası yönünden başvuru yollarının tüketilmemiş olması, kötü muamele yasağının ihlal edildiği iddiası yönünden başvuru yollarının tüketilmemiş olması, gözaltı süresinin aşıldığı iddiası yönünden başvuru yollarının tüketilmemiş olması, doğal hâkim, tarafsız ve bağımsız hâkim ilkelerinin ihlal edildiği iddiası yönünden açıkça dayanaktan yoksun olması, tutuklamanın hukuki olmadığı iddiası yönünden açıkça dayanaktan yoksun olması, tutuklanma dolayısıyla ifade özgürlüğünün ihlal edildiği iddiası yönünden açıkça dayanaktan yoksun olması ve soruşturma dosyasına erişimin kısıtlanması yönünden açıkça dayanaktan yoksun olması nedenleriyle kabul edilemezlik kararı vermiştir (Hidayet Karaca [GK], B. No: 2015/144, 14/7/2015). İstanbul Asliye Ceza Mahkemesi Hâkimi Ö. ileİstanbul Asliye Ceza Mahkemesi Hâkimi B. Hakkındaki Süreç Başvurucunun da aralarında bulunduğu şüphelilerin İstanbul sulh ceza hâkimlerinin tümünün reddi taleplerini kabul eden İstanbul Asliye Ceza Mahkemesi Hâkimi Ö. ile bu kişilerin tümünün tahliye taleplerini kabul eden İstanbul Asliye Ceza Mahkemesi Hâkimi B. hakkında disiplin ve ceza soruşturması başlatılmıştır. Bu kapsamda anılan hâkimler 27/4/2015 tarihinde görevden el çektirilmişler (sonrasında meslekten de çıkarılmışlardır) ve 30/4/2015 ve 1/5/2015 tarihlerinde tutuklanmışlardır. Hâkimler Ö. ve B. hakkında kamu davası açılmış; Yargıtay Ceza Dairesi 24/4/2017 tarihinde, adı geçen kişilerin söz konusu kararları -kendilerinin de üyesi oldukları- FETÖ/PDY liderinin ve yöneticilerinin talimatıyla verdiğini belirterek (anılan soruşturmalara ilişkin bilgiler için bkz. Aydın Yavuz ve diğerleri [GK], B. No: 2016/22169, 20/6/2017, § 30) silahlı terör örgütü üyesi olma suçundan 9 yıl hapis ve görevi kötüye kullanma suçundan 1 yıl hapis cezalarıyla cezalandırılmalarına karar vermiştir. Dairenin görevi kötüye kullanma suçu yönünden yaptığı değerlendirmelerin ilgili bölümleri şöyledir:"... Türk Ceza Muhakemesi Hukuku yönünden, gerek mülga 1402 sayılı CMUK'un 21 vd.maddelerinde gerekse mer'i 5271 sayılı CMK'nın 22 ve devamı maddelerinde yer alan düzenlemeler subjektif tarafsızlıkla ilgili olup hakimin reddi hakkına ilişkindir.Bu nedenle şüpheli/sanık,müşteki/katılan ya da Cumhuriyet savcısının hakimi reddetmesi mümkün ise de mahkeme veya hakimliği bir kurum olarak reddetmesi mümkün değildir.Keza heyet halinde çalışan bir mahkemenin veya bir adliyede veya yargı çevresinde bulunan tüm mahkemelerin veya hakimlerinin toplu reddi usulü de yoktur ... ...5271 sayılı CMK'nın 22 vd.maddelerinde yer alan hakimin reddi müessesesinin, kural olarak kovuşturma aşaması ile ilgili olduğu görülse de,gerek ilgili madde metinlerinde açıkça “şüpheli” kavramına yer verilmesi gerekse yasayla kurulmuş bağımsız ve tarafsız bir mahkeme tarafından yargılanma hakkını teminat altına alan AS'nin ve Anayasanın maddelerinin emredici düzenlemeleri karşısında soruşturma safhasında da hakimin reddinin mümkün olduğunun kabulünde zorunluluk bulunmaktadır. Zira red, hakimin tarafsızlığını temin bakımından getirilmiş bir kurumdur.2014 tarihinde yürürlüğe giren 6545 sayılı Kanunla, sulh ceza mahkemeleri kaldırılmış ve münhasıran soruşturma aşamasında görevli sulh ceza hakimlikleri kurulmuştur. Adından da anlaşılacağı üzere bu hakimlikler, “mahkeme” niteliği taşımazlar, çünkü dava görmezler, sadece soruşturma aşaması ile ilgili tedbir taleplerini ve itirazları inceleyip karara bağlarlar.Soruşturma aşamasında tarafsızlığından şüphe duyulan sulh ceza hakiminin, gerek kişisel gerekse olgusal olarak somutlaştırılmak suretiyle reddi mümkündür. Ancak objektif tarafsızlık gerekçesiyle tüm sulh ceza hakimleri reddedilemez.6545 sy.kanunla Sulh Ceza Hakimlerinin reddine dair özel bir usul getirilmediğine göre bu konuda genel hükümlerin uygulanması gerektiğinde şüphe olmamalıdır.Bu durumda red, reddedilen hakimliğe yapılacak yazılı başvuru ile yapılmalıdır.Reddi istenen hâkim, ret sebepleri hakkındaki görüşlerini yazılı olarak bildirerek (CMK m.26/1-3) evrakı yargı çevresi içinde bulunduğu asliye ceza mahkemesine (CMK m.27/2) (Prof.Dr.Yener Ünver-Prof.Dr.HakanHakeri Ceza Muhakemesi Hukuku baskı sh.191) gönderir.Ret isteminin kabulü halinde, davaya bakmakla bir başka hâkim veya mahkeme görevlendirilir.. (CMK m.27/4).Red talebini kabul eden Asliye Ceza Mahkemesi hakiminin tahliye taleplerini değerlendirmek üzere her hangi bir hakimi görevlendirip görevlendiremeyeceğine gelince;5235 sayılı Kanunun değişik maddesi ile CMK m.101/1, 103, 108/1 ve 268/3 incelendiğinde, soruşturma aşamasında tutuklama ve tahliye kararlarını yalnızca sulh ceza hakimliği ve hakimi verebilir. Tutukluluğa itirazı ise, CMK m.268/3 uyarınca sadece bir başka sulh ceza hakimliği ve hakimi inceleyebilir.Soruşturma aşamasında tutuklama ve tahliye konusunda asliye ceza mahkemesine ve hakimine yetki verilmemiştir. Asliye ceza mahkemesi, ancak kabul ettiği iddianamenin kovuşturmasını yürütürken tutuklama tedbiri ile ilgili kararlar verebilir. Bunun dışında Anayasa ve kanunlar asliye ceza mahkemelerine, doğrudan veya dolaylı olarak soruşturma aşamasına müdahale etme yetkisi vermemiştir.(Prof.Dr.Ersan ŞEN yorumluyorum 13syf. 313-315) Bu nedenle Asliye Ceza Mahkemesi red talebini yerinde görürse ancak aynı yer ya da yargı çevresinde bulunan bir başka sulh ceza hakimini görevlendirebilir....... Somut olayda, İstanbul Asliye Ceza Mahkemesi hakimi sanık Ö.nün mutad uygulama gereğince taleple ilgili dilekçe ve eklerini 5271 sy.CMK’nın maddesi gereğince görüş yazıları da eklenerek iade edilmek üzere reddedilen hakimlere göndermesi,evrakın tekrar gelmesi durumunda ise yukarda açıklandığı üzere Türk Ceza Muhakemesi hukukunda uygulanma yeri bulunmayan ve esasen haklı bir gerekçeye de dayanmadığı Anayasa Mahkemesincetespit edilen 'objektif tarafsızlık' iddiasına müstenit taleplerin reddine karar vermesi gerekirken hiç birisi ilgili Cumhuriyet savcılarınıngörüş yazılarında belirtilen gerekçelerlegönderilmemiş ve bu şekilde söz konusu soruşturma dosyaları kendisi tarafından incelenmemiş olmasına vetamamı toplu olarak reddedilmiş durumdaki İstanbul Sulh Ceza Hakimlerinin,kendilerine yönelik olarak yapılan bu toplu reddi hakim taleplerini inceleme yetkisinin bulunmadığına yönelik olumsuz görüş yazılarına rağmen, talep dilekçelerini CMK’nın 8 vd.maddelerinde öngörülen şartları da taşımadığı halde birleştirerek Asliye Ceza hakimi sanık B.yi görevlendirmesi ve buna ilişkin müzekkereyi 24/04/2015 günü mesai bitiminden sonra saat 17:28’de imzalamasıyla UYAP üzerinden, fiziken de aynı gün İstanbul Asliye Ceza Mahkemesi personelinin kalemi kapatıp adliyeden ayrılmasından sonra Hakim B.nin doğrudan kendisine, hakim odasında Asliye Ceza Mahkemesi zabıt katibi Ö.A. marifetiyle göndermesi ... sanık Hakim B.nin ... 5235 sayılı Kanun'un, 6545 sayılı Kanunla değişik Maddesi gereğince soruşturma aşamasında tutukluluğa ilişkin tüm kararları verme yetkisinin Sulh Ceza Hakimliğine ait olduğu ve asliye ceza mahkemelerinin soruşturma evresindeki işlemlerle ilgili bir yetkisinin bulunmamasına rağmen, Asliye Ceza Mahkemesi hakimi Ö.nün kanuna aykırı şekilde görevlendirme kararına dayanarak, toplam 594 adet klasörden oluşan belgeleri incelemeden ... gece saat 00-30 sıralarında kararların yazımını bitirerek, koridorda bekleyen avukatlara tebliğ ettirmesi ... karşısında;Suç tarihi itibariyle hakim olan sanıkların verdikleri kararların esasen de sorunlu oldukları görülmekle birlikte,bu durumun müsnet suç yönünden yargısal faaaliyet kapsamında değerlendirilmesi ve verilen kararlara karşı kanun yollarına baş vurulabileceği ileri sürülse de yukarda izah edildiği üzere, kamu düzenine ilişkin görevle ilgili kuralları görmezden gelip yargılama hukukuna ilişkin işleyiş ve düzeni yok sayarak, 'mahkemeler üstü' bir tavırla örgüt liderinin talimatı üzerine kurgulandığında şüphe bulunmayan plan doğrultusunda tam bir örgütsel organizasyon, gizlilik ve adanmışlık hali içerisinde, fiil ve eylem birliği ile, aynı örgüt mensubu olmaktan soruşturulan altmışüç şüpheli ile ilgili hakimin reddi ve tahliye taleplerini, mutad işleyiş ve uygulama dışına çıkıp,mesai saati dışında, verilecek kararlarla ilgili denetim mekanizmalarını bertaraf edecek, olayı bir oldu bitti fırsatçılığı içerisinde sonuçlandıracak bir gizlilikle ve eşgüdümle hareket ederek görevli olmadıkları halde kabul eden sanıkların, karar verme süreci ile ilgili hukuka aykırı eylemleriyle görevlerinin gereklerine aykırı davrandıklarında şüphe yoktur..." Anılan mahkûmiyet hükmü, Yargıtay Ceza Genel Kurulunca 26/9/2017 tarihli kararla onanarak kesinleşmiştir. Kararın ilgilibölümleri şöyledir: "... İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığınca yürütülmekte olup beş yüz doksan dört klasörden oluşan yedi ayrı soruşturma dosyasında biri gazeteci, diğerleri emniyet görevlisi olan altmış üç şüphelinin FETÖ/PDY silahlı terör örgütüne üye olma, Türkiye Cumhuriyeti Hükümetini ortadan kaldırmaya veya görevlerini yapmasını kısmen veya tamamen engellemeye teşebbüs, devletin gizli kalması gereken bilgileri siyasal veya askeri casusluk amacıyla temin etme gibi çok sayıda suçtan tutuklu bulunduğu, bu şüphelilerin müdafilerinin farklı tarihlerdeki tahliye istemlerinin İstanbul Sulh Ceza Hakimliklerinin kararlarıyla reddedildiği, keza altmış üç şüpheliden otuz altısının, haklarında tutuklama nedeni bulunmadığını ileri sürerek yaptıkları bireysel başvurunun Anayasa Mahkemesince 2015 tarihinde kabul edilemez bulunduğu,Bu süreç sonunda, FETÖ/PDY silahlı terör örgütü lideri Fethullah Gülen'in "www.he.o" isimli internet sitesinde yayınlanan "Mukaddes Çile ve İnfak Kahramanları" başlıklı vaaz/sohbet görünümlü kriptolu/örgütsel konuşmasıyla altmış üç tutuklu şüphelinin serbest bırakılmasının sağlanması için talimat verdiği, bunun üzerine 2015 tarihinde şüphelilerin müdafileri olan yirmi avukat tarafından İstanbul Adliyesindeki tüm sulh ceza hakimliklerinde görevli hakimlerin reddiyle şüphelilerin tahliye edilmesi istemli elli bir adet dilekçeden oluşan evrakın uygulanan prosedüre aykırı olarak tarama ve kayıt işlemlerinden geçirilmeksizin günün muhabere nöbetçisi İstanbul Asliye Ceza Mahkemesi hakimi sanık Ö.ye odasında teslim edildiği, sanık Ö.nün reddi hakim taleplerini kabul ederek, muhabere nöbetçisi İstanbul Asliye Ceza Mahkemesi hakimi sanık B.yi tahliye istemleri konusunda karar vermek üzere 2015 tarihinde görevlendirdiği, sanık B.nin de 2015 tarihinde talepleri kabul ederek tutuklu bulunan şüphelilerin tamamının tahliyesine karar verdiği olayda;Silahlı terör örgütü üyesi olma suçu bakımından;Terör örgütlerinin; amaç suçun işlenmesi yolunda güven, disiplin ve sıkı irtibata önem veren, iş bölümüne dayalı, hiyerarşik düzene sahip yapılar olarak istihbarat, gizlilik, güvenlik ve denetim konularında duyarlı oldukları, örgütün hiyerarşik yapısına dahil olmayan, irtibat halinde olmadıkları, güvenilir bulmadıkları, denetleyemedikleri, gizlilik ve güvenlik kurallarıyla hiyerarşiye uymayan kişilerin faaliyetlerine izin vermeyecekleri, bu kapsamda FETÖ/PDY silahlı terör örgüt lideri Fethullah Gülen'in 2015 günü örgütün yayın organlarından "www.herkul.org" isimli internet sitesinde yayınlanan talimatı doğrultusunda, FETÖ/PDY silahlı terör örgütü üyeliği ve bu örgütün faaliyeti çerçevesinde işlenen suçlara ilişkin yedi ayrı soruşturma dosyasında tutuklu olan altmış üç şüphelinin müdafiliğini yapan yirmi avukatın, örgüt liderinin talimatından bir gün sonra 2015 tarihinde toplu halde verdikleri elli bir adet dilekçeye istinaden dosyaları kısmen dahi olsa incelemeden ve delillere temas etmeksizin, altmış üç şüphelinin tamamının istisnasız olarak tahliyelerini sağlamak için örgüt tarafından verilen görevi yerine getirmek üzere birlikte harekete geçen ve ancak "adanmış" bir örgüt mensubunca yapılabilecek bir yöntem ve üslupla, hukuka açıkça aykırı bir zeminde bulunduklarını bilerek önceden tasarlanmış, amaç ve örgütsel faaliyetleri yönünden bilinçli olarak söz konusu usulsüz ve hukuka aykırı kararları veren sanıkların FETÖ/PDY silahlı terör örgütünün amaçlarını gerçekleştirmesine hizmet ettikleri ve FETÖ/PDY silahlı terör örgütü mensuplarının kullanımı için oluşturulmuş ve münhasıran bu terör örgütünün mensupları tarafından kullanıldığı bilinen ByLock iletişim sistemini kullanmak suretiyle örgütün hiyerarşik yapısına dahil oldukları ve böylelikle silahlı terör örgütüne üye olma suçunu işledikleri anlaşılmaktadır....Görevi kötüye kullanma suçu bakımından ise;Sanıkların inceleme konusu davada yaptıkları ağır hukuka aykırılıkların, mesleki kıdemleri ve yetkili çalıştıkları mahkemelerdeki görev süreleri dikkate alındığında, beşeri hata ve mesleki tecrübesizlik kapsamında değerlendirilmesinin mümkün olmaması, reddi hakim taleplerinin kabul edilip tahliye kararları verildiği anda şüphelilere haksız bir menfaat sağlanması karşısında; FETÖ/PDY silahlı terör örgütünce organize edilen tahliye planını hayata geçiren sanıklar Ö. ve B.nin, verilecek kararlarla ilgili denetim mekanizmalarını bertaraf edecek şekilde tam bir örgütsel organizasyon, gizlilik ve adanmışlık hali içerisinde, iştirak halinde söz konusu soruşturma evrakını incelemeden verdikleri hukuka aykırı kararlarla şüphelilerin tamamının tahliye edilmesine karar vererek, aynı örgütün mensubu olmaktan haklarında soruşturma yürütülen altmış üç şüpheliye menfaat sağladıkları ve bu şekilde sanıkların, görevlerinin gereklerine aykırı hareket etmek suretiyle FETÖ/PDY silahlı terör örgütünün faaliyeti kapsamında ... görevi kötüye kullanma suçunu ayrı ayrı işledikleri kabul edilmelidir ..." İlgili hukuk için bkz. Hüseyin Korkmaz (B. No: 2014/16835, 18/7/2018, §§ 42-50).
Kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkı
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2015/7254
Başvuru, tahliye kararına rağmen serbest bırakılmama ve tutukluluğun makul süreyi aşması nedenleriyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
0
Başvuru, iş akdinin feshedilmesine karşı açılan davada esasa etkili iddialar karşılanmaksızın karar verilmesi nedeniyle gerekçeli karar hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 29/8/2018 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüşünü bildirmiştir. Başvurucu, Bakanlık görüşüne karşı beyanda bulunmuştur. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Van Büyükşehir Belediyesi (Belediye), Ltd. Şti. ve A. A.Ş.nin (Şirketler) oluşturduğu adi ortaklıkla 1/3/2016 tarihinde 36 ay süreli 49 işçi için hizmet alım sözleşmesi imzalamıştır. Başvurucu, bu şirketlerin işçisi olarak Belediyeye hizmet vermekteyken Belediye 1/3/2017 tarihinde anılan adi ortaklıkla olan sözleşmeyi sonlandırmıştır. Belediyenin söz konusu sözleşmenin Belediye menfaatlerini önemli ölçüde ihlal ettiği gerekçesine dayanarak sözleşmeyi sonlandırdığı anlaşılmıştır. Başvurucu 30/3/2017 tarihinde iş akdinin geçerli bir nedene dayanmadan feshedildiğini belirterek Belediye ve Şirketler aleyhine Van İş Mahkemesinde (Mahkeme) 22/5/2003 tarihli ve 4857 sayılı İş Kanunu’nun maddesi uyarınca işe iade davası açmıştır. Başvurucu 12/11/2012 tarihinden itibaren farklı alt işverenler bünyesinde Belediyede çalıştığını, asıl işverenin Belediye olduğunu, geçerli bir fesih sebebi gösterilmeden ve savunması alınmadan hakkında hukuka aykırı şekilde işlem tesis edildiğini, 4857 sayılı Kanun’un maddesinde belirtilen geçerli fesih sebeplerinin hiçbirinin bulunmadığını ileri sürmüş ve aynı Kanun'un maddesi uyarınca bu durumun tespiti ile işe iadesine karar verilmesi talebinde bulunmuştur. Davalı Belediye cevap dilekçesinde davayı kabul etmediklerini, başvurucunun alt işveren olan diğer davalıların bünyesinde çalıştığını, hizmet alım sözleşmesinin mevzuat kapsamında haklı olarak feshedildiğini, başvurucunun iş sözleşmesinin taraflarınca sonlandırılmadığını ve davanın reddi gerektiğini ileri sürmüştür. Mahkeme 18/5/2017 tarihinde davayı kabul ederek feshin geçersizliğine ve başvurucunun Şirketler yanında işe iadesine karar vermiştir. Kararda sözleşmenin belirsiz süreli iş sözleşmesine dönüştüğü bu nedenle iş sözleşmesinin feshinin yazılı fesih ile olması gerektiği ancak yazılı fesih yapılmadığı ifade edilmiştir. İşçinin iş sözleşmesinin feshinde alternatif görevlerde istihdam imkânının değerlendirilmemesi karşısında son çare ilkesinin gözetilmediği, sözleşmenin adil ve objektif şekilde feshedilmiş olmadığının kabul edildiği belirtilmiştir. Mahkemece ayrıca işe iade yükümlülüğünün alt işverene ait olduğu, asıl işverenin işe iade yönünde bir yükümlülüğünden söz edilemeyeceği, bununla birlikte asıl işverenin işe iade kararı sonrası işçinin işe başlamak için başvurması ve alt işverenin işe almamasından kaynaklanan işe başlatmama tazminatı ile dört aya kadar boşta geçen süre ücretinden alt işverenle birlikte sorumluluğu bulunduğu belirtilerek başvurucunun işverence işe başlatılmadığı takdirde takdiren dört aylık brüt ücreti tutarında tazminatın davalılardan müştereken ve müteselsilen alınıp başvurucuya ödenmesine karar verilmiştir. Belediye, karara karşı istinaf yoluna başvurmuştur. İstinaf dilekçesinde diğer iddialarının yanında sözleşmede bazı personel ücretlerinin asgari ücretin%100-%200 fazlası olacak şekildeki düzenlemelerin ve hizmet alım işinin ağırlıklı olarak personel çalıştırılması olmasına rağmen üç yıl gibi uzun bir süre için sözleşmeye bağlanmış olmasının Belediyenin menfaatini önemli ölçüde ihlal etmesi sebebiyle sözleşmenin haklı olarak feshedildiği de vurgulanmıştır. Erzurum Bölge Adliye Mahkemesi Hukuk Dairesi (Bölge Adliye Mahkemesi) işe iade kararını kaldırarak davanın esastan reddine karar vermiştir. 24/10/2017 tarihli kararın gerekçesinde, Belediye tarafından Şirketlerle imzalanan hizmet alım sözleşmesinin menfaatinin önemli ölçüde ihlal edildiğinin belirlenmesinden dolayı Belediye tarafından 31/10/2016 tarihinde kararlaştırılan ve 22/11/2016 tarihli ve 29896 sayılı Resmî Gazete'de yayımlanarak yürürlüğe giren 677 sayılı Olağanüstü Hal Kapsamında Bazı Tedbirler Alınması Hakkında Kanun Hükmünde Kararname'nin (677 sayılı KHK) maddesi uyarınca feshedilmesi üzerine başvurucunun iş akdinin yasal düzenleme kapsamında sona erdirildiği, yasal yetki nedeniyle fesihlerde 4857 sayılı Kanun’un ve devamı maddeleri uyarınca geçersizlik koşulları aranmayacağı ve iş akdinin geçerli nedenle feshedildiğinin kabulünün gerektiği belirtilmiştir. Başvurucu Bölge Adliye Mahkemesi kararına karşı temyiz yoluna başvurmuştur. Temyiz dilekçesinde 677 sayılı KHK'nın maddesinin belediye başkanına işçi ile alt işveren arasında imzalanmış hizmet akdini değil, belediye ile alt işverenler arasında imzalanmış sözleşmeleri feshetme yetkisini verdiği, söz konusu hüküm dayanak gösterilerek doğrudan işçinin hizmet akdinin feshedilemeyeceği, hükmün açıkça yanlış yorumlandığı ve bu hususun Yargıtayın yerleşik içtihatlarına da aykırı olduğu ifade edilmiştir. Başvurucunun temyiz talebi Yargıtay Hukuk Dairesinin (Daire) 2/5/2018 tarihli kararıyla reddedilmiştir. Kararda, olağanüstü hâl kapsamında çıkarılan kanun hükmünde kararname ile verilen yetkiye bağlı olarak hizmet alım sözleşmesinin sona erdirilmesi hâlinde, sözleşmesi son bulan alt işverence yapılan fesihlerde 4857 sayılı Kanun'un ve devamı maddeleri uyarınca geçerlilik koşullarının aranamayacağının Daire tarafından kabul edilmiş olduğu vurgulanmıştır. İş akdi haklı nedene dayanmamakla birlikte geçerli nedenle sonlandırılmış olduğu belirtilerek başvurucunun temyiz itirazlarının reddine ve Bölge Adliye Mahkemesi kararının onanmasına hükmedilmiştir. Nihai kararın 2/8/2018 tarihinde başvurucuya tebliğinin ardından başvurucu süresinde bireysel başvuruda bulunmuştur. A. Ulusal Hukuk İlgili Mevzuat 4857 sayılı Kanun'un "Tanımlar" kenar başlıklı maddesinin ilgili kısmı şöyledir:"Bir işverenden, işyerinde yürüttüğü mal veya hizmet üretimine ilişkin yardımcı işlerinde veya asıl işin bir bölümünde işletmenin ve işin gereği ile teknolojik nedenlerle uzmanlık gerektiren işlerde iş alan ve bu iş için görevlendirdiği işçilerini sadece bu işyerinde aldığı işte çalıştıran diğer işveren ile iş aldığı işveren arasında kurulan ilişkiye asıl işveren-alt işveren ilişkisi denir. Bu ilişkide asıl işveren, alt işverenin işçilerine karşı o işyeri ile ilgili olarak bu Kanundan, iş sözleşmesinden veya alt işverenin taraf olduğu toplu iş sözleşmesinden doğan yükümlülüklerinden alt işveren ile birlikte sorumludur....... Hizmet alımına dayanak teşkil edecek sözleşme ve şartnamelere;a) İşe alınacak kişilerin belirlenmesi ve işten çıkarma yetkisinin kamu kurum, kuruluşları ve ortaklıklarına bırakılması,b) Hizmet alım sözleşmeleri çerçevesinde ya da geçici işçi olarak aynı iş yerinde daha önce çalışmış olanların çalıştırılmasına devam olunması,yönünde hükümler konulamaz." 4857 sayılı Kanun'un ''Feshin geçerli sebebe dayandırılması'' kenar başlıklı maddesinin birinci fıkrasının ilgili kısmı şöyledir: "Otuz veya daha fazla işçi çalıştıran işyerlerinde en az altı aylık kıdemi olan işçinin belirsiz süreli iş sözleşmesini fesheden işveren, işçinin yeterliliğinden veya davranışlarından ya da işletmenin, işyerinin veya işin gereklerinden kaynaklanan geçerli bir sebebe dayanmak zorundadır. ..." 4857 sayılı Kanun'un "Sözleşmenin feshinde usul" kenar başlıklı maddesi şöyledir: "İşveren fesih bildirimini yazılı olarak yapmak ve fesih sebebini açık ve kesin bir şekilde belirtmek zorundadır.Hakkındaki iddialara karşı savunmasını almadan bir işçinin belirsiz süreli iş sözleşmesi, o işçinin davranışı veya verimi ile ilgili nedenlerle feshedilemez. Ancak, işverenin 25 inci maddenin (II) numaralı bendi şartlarına uygun fesih hakkı saklıdır." 4857 sayılı Kanun'un "Fesih bildirimine itiraz ve usulü" kenar başlıklı maddesinin olay tarihinde yürürlükte olan hâliyle ilgili kısmı şöyledir:"İş sözleşmesi feshedilen işçi, fesih bildiriminde sebep gösterilmediği veya gösterilen sebebin geçerli bir sebep olmadığı iddiası ile fesih bildiriminin tebliği tarihinden itibaren bir ay içinde iş mahkemesinde dava açabilir. ...Feshin geçerli bir sebebe dayandığını ispat yükümlülüğü işverene aittir. İşçi, feshin başka bir sebebe dayandığını iddia ettiği takdirde, bu iddiasını ispatla yükümlüdür. ..." 4857 sayılı Kanun'un "Geçersiz sebeple yapılan feshin sonuçları" kenar başlıklı maddesinin ilgili kısmı şöyledir:"İşverence geçerli sebep gösterilmediği veya gösterilen sebebin geçerli olmadığı mahkemece veya özel hakem tarafından tespit edilerek feshin geçersizliğine karar verildiğinde, işveren, işçiyi bir ay içinde işe başlatmak zorundadır. İşçiyi başvurusu üzerine işveren bir ay içinde işe başlatmaz ise, işçiye en az dört aylık ve en çok sekiz aylık ücreti tutarında tazminat ödemekle yükümlü olur.Mahkeme veya özel hakem feshin geçersizliğine karar verdiğinde, işçinin işe başlatılmaması halinde ödenecek tazminat miktarını da belirler.Kararın kesinleşmesine kadar çalıştırılmadığı süre için işçiye en çok dört aya kadar doğmuş bulunan ücret ve diğer hakları ödenir. ...İşçi kesinleşen mahkeme veya özel hakem kararının tebliğinden itibaren on işgünü içinde işe başlamak için işverene başvuruda bulunmak zorundadır. İşçi bu süre içinde başvuruda bulunmaz ise, işverence yapılmış olan fesih geçerli bir fesih sayılır ve işveren sadece bunun hukuki sonuçları ile sorumlu olur." 4857 sayılı Kanun'un "İşverenin haklı nedenle derhal fesih hakkı" kenar başlıklı maddesinin ilgili kısmı şöyledir: "Süresi belirli olsun veya olmasın işveren, aşağıda yazılı hallerde iş sözleşmesini sürenin bitiminden önce veya bildirim süresini beklemeksizin feshedebilir: I- Sağlık sebepleri...II- Ahlak ve iyi niyet kurallarına uymayan haller ve benzerleri...III- Zorlayıcı sebepler:...IV- İşçinin gözaltına alınması veya tutuklanması halinde devamsızlığın 17 nci maddedeki bildirim süresini aşması.İşçi feshin yukarıdaki bentlerde öngörülen sebeplere uygun olmadığı iddiası ile 18, 20 ve 21 inci madde hükümleri çerçevesinde yargı yoluna başvurabilir.'' 677 sayılı KHK'nın "İptal edilecek ihaleler" kenar başlıklı maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir: "3/7/2005 tarihli ve 5393 sayılı Belediye Kanununun 45 inci maddesinin ikinci fıkrasına göre belediye başkanı veya başkan vekili görevlendirilen belediyeler ve bunların bağlı kuruluşları ile sermayesinin %50’sinden fazlası bu belediyelere ait ortaklıklarda, 5/1/2002 tarihli ve 4735 sayılı Kamu İhale Sözleşmeleri Kanununa göre imzalanan her türlü mal veya hizmet alımları ile yapım işlerine ilişkin sözleşmelerdeki yüklenicilerin, terör örgütlerine iltisakı veya bunlarla irtibatı olduğunun Emniyet Genel Müdürlüğü tarafından bildirilmesi ya da imzalanan bu sözleşmeler nedeniyle belediye menfaatinin önemli ölçüde ihlal edildiğinin belirlenmesi halinde bu sözleşmeler belediye başkanı veya belediye başkan vekili tarafından tek taraflı olarak resen feshedilir." 677 sayılı KHK, 6/2/2018 tarihli ve 7083 sayılı Kanun'un 8/3/2018 tarihli ve 30354 mükerrer sayılı Resmî Gazete'de yayımlanarak yürürlüğe girmesi sonucunda aynı şekilde kanunlaşmıştır. Yargıtay Kararları Dairenin 31/5/2018 tarihli ve E.2018/7470, K.2018/13941 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir: "Somut olayda, güvenlik görevlisi olarak çalışan davacının iş sözleşmesi, davalılar arasındaki özel güvenlik alımı işine dair sözleşmenin davalı asıl işveren ... tarafından feshedilmesi sebebiyle diğer davalı alt işverence feshedilmiştir. Davalılar arasındaki özel güvenlik alımı işine dair sözleşmenin sona erdirilmesine yönelik işveren kararı işletmesel karar niteliğinde olup yukarıdaki açıklamalarda da belirtildiği üzere yerindelik denetimine tabi değildir. Dosya içeriğine göre davalılar arasındaki özel güvenlik alımı işine dair sözleşmenin sona ermesinden sonra aynı işyerinde ihaleyi kazanan firma ile davalı alt işveren arasında herhangi bir organik bağın varlığı iddia ve ispat edilmemiştir. Bu durumda davalılar arasındaki özel güvenlik alımı işine dair sözleşmenin sona erdirilmesi nedeniyle davalı alt işveren şirketinde istihdam fazlalığının ortaya çıkması kaçınılmaz olup yargısal denetimin sadece feshin son çare olması ilkesi kapsamında yapılması gerekmektedir. Bu doğrultuda davalılar arasındaki özel güvenlik alımı işine dair sözleşmenin sona erdiği tarihte davalı altişverenin başka işyerlerinin olup olmadığı ve davacının bu işyerlerinde değerlendirilme imkanının bulunup bulunmadığının belirlenmesi söz konusu ilkenin uygulanması noktasında önem arzetmektedir. Mahkemece bu yönde gerekli inceleme ve araştırma yapılmaksızın eksik inceleme ile karar verilmesi hatalı olmuştur. Yapılacak iş, davalı şirketin fesih tarihinde davacıyı çalıştırabileceği başka işyerlerinin olup olmadığı, bu işyerlerine fesih tarihinden kısa bir süre önce ve sonra davacı ile aynı vasıflarda yeni işçi alımı yapılıp yapılmadığı araştırılarak, davacıyı çalıştırabileceği başka işyeri ve yeni işçi alımı yok ise davalılar arasındaki özel güvenlik alımı işine dair sözleşmenin sona ermesine ilişkin bu durumun geçerli fesih sebebi oluşturacağı kabul edilerek davanın reddine, var ise de feshin son çare olma ilkesine uyulmadan yapılan feshin geçersizliğine karar vermekten ibarettir.Ayrıca Bölge Adliye Mahkemesi karar gerekçesinde emsal kabul edilen, Dairemizin 2016 tarihli ve 2016/13729 esas 2016/17170 karar sayılı onama kararında fesih gerekçesi farklı olduğundan emsal nitelikte kabul edilmesi doğru değildir. Yine Dairemizin 2016 tarihli 2016/25510 esas 2016/22639 karar sayılı ve 2016/25507 esas2016/22636 karar sayılı kararları açısından ise, gerek emsal nitelikte belirtilen kararların gerekse dosya içeriğinin Dairemizce yeniden değerlendirilmesi neticesinde davalılar arasındaki hizmet alım sözleşmesinin sona erdirilmesinin işletmesel karar niteliğinde olduğu kararın yerindelik denetimine tabi olmaması nedeniyle sadece feshin son çare olması ilkesi kapsamında araştırma ve inceleme yapılması gerekliliği karşısında görüş değişikliği yoluna gidilmiştir.... Temyiz olunan Bölge Adliye Mahkemesi kararının, yukarıda yazılı sebepten dolayı BOZULARAK ORTADAN KALDIRILMASINA..." Dairenin 7/3/2019 tarihli ve E.2018/12073, K.2019/5491 sayılı, 31/5/2018 tarihli ve E.2018/7469, K.2018/13940 sayılı, 23/6/2017 tarihli ve E.2017/35708, K.2017/15429 sayılı, 25/5/2017 tarihli ve E.2017/34553, K.2017/12161 sayılı kararları da yukarıda alıntısı yapılan karar (bkz. § 25) ile benzer uyuşmazlıklara ilişkin olup benzer gerekçeye sahiptir. B. Uluslararası Hukuk Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin (Sözleşme) "Adil yargılanma hakkı" kenar başlıklı maddesinin (1) numaralı fıkrasının ilgili kısmı şöyledir:"Herkes davasının medeni hak ve yükümlülükleri ile ilgili uyuşmazlıklar[ın] ... esası konusunda karar verecek olan ... bir mahkeme tarafından ... görülmesini isteme hakkına sahiptir..." Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi İçtihadı Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) bir yargılamada hak ve özgürlüklerin gerçek anlamda korunabilmesi için davaya bakan mahkemelerin tarafların dayanaklarını, iddialarını ve delillerini etkili bir biçimde inceleme görevi olduğunu belirtmektedir (Dulaurans/Fransa, B. No: 34553/97, 21/3/2000, § 33). AİHM mahkemelerin davaya yaklaşma yönteminin başvurucuların iddialarına yanıt vermekten ve temel şikâyetlerini incelemekten kaçınmaya neden olduğunu tespit ettiği durumları, davanın hakkaniyete uygun bir biçimde incelenme hakkı yönünden Sözleşme’nin maddesinin ihlali olarak nitelendirmektedir (Kuznetsov/Rusya, B. No: 184/02, 11/4/2007, §§ 84, 85). AİHM ayrıca derece mahkemelerinin kararların yapısı ve içeriği ile ilgili olarak özellikle delillerin kabulü ve değerlendirilmesinde geniş bir takdir yetkisine sahip olduğunu pek çok kararında yinelemiştir (Van Mechelen ve diğerleri/Hollanda, B. No: 21363/93, 21364/93, 21427/93 ve 22056/93, 23/4/1997, § 50; Barbera Messegue ve Jabardo/İspanya, B. No: 10590/83, 6/12/1988, § 68). Bu bağlamda temel hak ve özgürlüklerin ihlali sonucunu doğuracak derecede ve keyfî olmadıkça belirli bir kanıt türünün kabul edilebilir olup olmadığına ve değerlendirme şekline karar vermenin ilk derece mahkemelerinin görevi olduğunu vurgulamaktadır (Garcia Ruiz/İspanya, B. No: 30544/96, 21/1/1996, § 28; S.N./İsveç, B. No: 34209/96, 2/7/2002, § 44). Bunun yanı sıra AİHM; derece mahkemelerinin kendilerine sunulan tüm iddialara yanıt vermek zorunda olmamakla birlikte somut davanın özelliğine göre esas sorunları incelemiş olduğunun açık ya da zımni, anlaşılabilir bir şekilde gerekçeli kararda yer almasına önem vermektedir (Boldea/Romanya, B. No: 19997/02, 15/2/2007, § 30; Hiro Balani/İspanya, B. No: 18064/91, 9/12/1994, § 27). Zira mahkemelerin, tarafların temyiz hakkını kullanabilmeleri için gerekli olan kararlarını hukuken geçerli hangi temele dayandırdıklarını yeterince açıklama yükümlülüğü altında bulunduklarını belirtmektedir (Hadjıanastassıou/Yunanistan, B. No: 12945/87, 16/12/1992, § 33). Ayrıca kanun yolu mahkemelerince verilen kararlardaki gerekçelerin ayrıntılı olmaması da söz konusu hakkın ihlal edildiği şeklinde yorumlanmamalıdır. Kanun yolu mahkemelerince verilen bu tür kararların ilk derece mahkemesi kararlarında yer verilen gerekçelerin kabul edilmiş olduğu şeklinde yorumlanması gerekmektedir (García Ruiz/İspanya, § 26).
Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler)
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2018/26776
Başvuru, iş akdinin feshedilmesine karşı açılan davada esasa etkili iddialar karşılanmaksızın karar verilmesi nedeniyle gerekçeli karar hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
1
Başvuru, işveren ile arasındaki güven ilişkisinin bozulduğu gerekçesiyle başvurucunun iş sözleşmesinin feshedilmesi nedeniyle özel hayata saygı hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuruya konu olayların meydana geldiği süreçteki olağanüstü hâl (OHAL) şartlarına, OHAL ilanına ve uygulanan tedbirlere ilişkin genel bilgiler için bkz. A. (3) [GK], B. No: 2018/10286, 2/7/2020, §§ 10-18; Ayla Demir İşat [GK], B. No: 2018/24245, 8/10/2020, §§ 10- Başvurucu, Van Büyükşehir Belediyesi (Belediye) bünyesinde hizmet alım sözleşmesi kapsamında iş gören özel bir şirkette (işveren) taşeron işçi olarak çalışmaktadır. Belediye, başvurucunun terör örgütüyle irtibat veya iltisak içinde olduğu yönünde işverene bildirimde bulunmuştur. İşveren, güven ilişkisinin zedelendiği gerekçesiyle başvurucunun iş sözleşmesini feshetmiştir. Başvurucu, feshin geçersizliğinin tespiti ve işe iade talebiyle Van İş Mahkemesinde (Mahkeme) dava açmıştır. Mahkeme 5/3/2018 tarihinde davanın reddine karar vermiştir. Kararın gerekçesinde, başvurucu hakkında PKK silahlı terör örgütü propagandası yapma ve terör örgütüne üye olma suçundan yargılamanın devam ettiği ifade edilmiştir. Kararda sonuç olarak başvurucu hakkında tespit edilen olgular karşısında iş ilişkisinin sürdürülmesinin işverenden beklenemeyeceği, feshin geçerli nedene dayandığı belirtilmiştir. Başvurucu, anılan karara karşı istinaf kanun yoluna başvurmuştur. Erzurum Bölge Adliye Mahkemesi Hukuk Dairesi (Bölge Adliye Mahkemesi) 5/7/2018 tarihinde istinaf başvurusunun esastan reddine karar vermiştir. Kararın gerekçesinde; başvurucunun PKK terör örgütü ile bağlantısına yönelik yapılan değerlendirmeler sonucunda iş sözleşmesinin feshedildiği, bu bakımdan feshin geçerli nedene dayandığı ifade edilmiştir. Başvurucu hakkındaki işe iade davasında verilen ret kararlarının gerekçesinde yer alan ve başvurucu hakkında terör örgütüne üye olma, yardım etme ve terör örgütü propagandası yapma suçlarından açılan kamu davasının Erciş Ağır Ceza Mahkemesi önünde derdest olduğu anlaşılmıştır. Anılan yargılama dosyasının Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) üzerinden incelenmesi neticesinde erişilen başvurucu hakkında düzenlenen iddianamelerden başvurucunun Kobani olayları nedeniyle düzenlenen gösterilere katıldığı, kırsal alandaki örgüt mensuplarının eylemlerini planlayıp hazırlık yapması için evinde barındırdığı, ihtiyaçlarını karşıladığı, örgüt tarafından verilen talimat ve görevleri yerine getirdiği, örgütün kırsal alanda faaliyet yürüten kod isimli diğer üyeleri ile sürekli irtibat kurduğunun anlaşıldığı iddialarına yer verildiği görülmüştür. Başvurucu, nihai hükmü 3/5/2019 tarihinde öğrendikten sonra 8/5/2019 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.
Özel hayatın ve aile hayatının korunması hakkı
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2019/16530
Başvuru, işveren ile arasındaki güven ilişkisinin bozulduğu gerekçesiyle başvurucunun iş sözleşmesinin feshedilmesi nedeniyle özel hayata saygı hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
0
Başvuru; askerî okul bünyesinde, personel tarafından gerçekleştirilen fiziksel ve psikolojik saldırılar nedeniyle kötü muamele yasağının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvurucu; Hava Harp Okulu bünyesinde öğrenci olarak bulunduğu dönemde askerî personel tarafından gerçekleştirilen aç susuz bırakılma, dikenli alanda eğitim faaliyeti yaptırma, şiddet uygulama (dayak), aşağılama gibi fiziksel ve psikolojik saldırılar sonucu istifaya zorlandığını belirterek tam yargı davası açmıştır. İstanbul İdare Mahkemesi, davayı süre aşımı yönünden reddetmiştir. 27/3/2019 tarihli kararın gerekçesinde, 2006 yılında baskılar sonucu istifa eden başvurucunun uğradığını ileri sürdüğü zararı ve eylemin idariliğini istifa tarihi itibarıyla öğrendiği, söz konusu baskıyı yapan kişilerin Fetullahçı Terör Örgütü (FETÖ) mensubu olduğunun 2016 yılında gerçekleşen darbe sonucu öğrenilmesinin eylemin idariliğinden ve zarardan haberdar olunmasına bir etkisinin bulunduğundan söz edilemeyeceği belirtilerek 2006 yılında gerçekleşen istifa sonrası bir yıl içinde idari başvuru yaparak dava açması gerekirken 2017 yılında yaptığı idari başvuru üzerine açılan davanın süre aşımına uğradığı ifade edilmiştir. Başvurucunun süre ret kararına yönelik istinaf talebi reddedilmiş ve hüküm kesinleşmiştir. Başvurucu nihai kararı 30/10/2019 tarihinde öğrenmesinin ardından 28/11/2019 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Komisyon tarafından başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.
Yaşam hakkı-Kötü muamele yasağı
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2019/39595
Başvuru; askerî okul bünyesinde, personel tarafından gerçekleştirilen fiziksel ve psikolojik saldırılar nedeniyle kötü muamele yasağının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
0
Başvuru, asker olan ve verdiği konferanslarda kullandığı ifadelerin siyasi faaliyette bulunmak suçunu oluşturduğundan bahisle cezalandırılan başvurucunun adil yargılanma hakkı ve ifade özgürlüğünün ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvuru 25/11/2014 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurucunun adli yardım talebinin kabulüne karar verilmiştir. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüşünü sunmuştur. Başvurucu, Bakanlığın görüşüne karşı süresinde beyanda bulunmuştur. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, olayların geçtiği tarihlerde kurmay albay rütbesi ile Çankırı Mekanize Piyade Tugay komutan yardımcılığı görevini yürütmektedir. Başvurucu 2007 yılının Kasım ve Aralık aylarında, üstlerinden aldığı emirler doğrultusunda Komutanlıkta görevli personel ve ailelerinin "bilgilendirilmesi" ve "bilinçlendirilmesi" amacıyla bir dizi konferans vermiştir. Askerî emirlerle tertip edilen ve bu sebeple katılımın zorunlu olduğu söz konusu konferanslar ağırlıklı olarak Atatürkçü düşünce sistemiyle ilgilidir. 2011 yılının Nisan ayında, başvurucunun verdiği konferanslarda kaydedilen sesler ve slayt görüntüleri senkronize edilerek dailymotion.com İnternet sitesinde yayımlanmıştır. Daha sonra başka siteler de söz konusu kaydı yayımlamışlardır. Aynı yılın Haziran ayında Kara Kuvvetleri Komutanlığı Askerî Savcılığı, siyasi faaliyette bulunmak suçundan cezalandırılması için başvurucu hakkında kamu davası açmıştır. 2012 yılının Nisan ayında Kara Kuvvetleri Komutanlığı Askerî Mahkemesi, başvurucunun siyasi faaliyette bulunmak suçundan cezalandırılmasına karar vermiş fakat Askerî Yargıtay Dairesi mahkûmiyet hükmünün usul yönünden bozulmasına karar vermiştir. Bozma sonrası yapılan yargılamada başvurucu, ilk olarak dailymotion.com İnternet sitesinde ve daha sonra diğer bazı İnternet sitelerinde yayımlanan slayt görüntülerini inkâr etmiş; sesin ise kendisine ait olmakla birlikte kes-yapıştır yöntemiyle farklılaştırıldığını, delillerin hukuka uygun olmadığını ileri sürmüştür. Kara Kuvvetleri Komutanlığı Askerî Mahkemesi 22/04/2014 tarihli kararı ile başvurucunun bir kez daha siyasi faaliyette bulunmak suçundan cezalandırılmasına karar vermiştir. İlk derece mahkemesi, başvurucunun ilgili tarihlerde kullandığı bilgisayarındaki kayıtlar üzerinde bilirkişi incelemesi yaptırmış; konferansta kullanıldığı ileri sürülen slaytlarla aynı veya benzer içerikte kayıtlar tespit edilmiş; konferanslara katılan çok sayıda kişinin tanık sıfatıyla yeminli beyanları alınmıştır. İlk derece mahkemesi ilk olarak İnternet sitelerinde yayımlanan kayıtların hükme esas alınamayacağına karar vermiştir. Mahkeme bununla birlikte çok sayıda tanık deliline ve başvurucunun olay tarihinde kullandığı kurum bilgisayarından elde edilen slayt görüntülerine dayanmıştır. Başvurucu söz konusu slayt görüntülerini kendisinin hazırlamadığını ileri sürmüş ise de ilk derece mahkemesi, dosyanın oluşturulma tarihi ile suç tarihinin uyumlu olduğunu tespit ederek başvurucunun itirazlarını reddetmiştir. İlk derece mahkemesine göre başvurucu, askerî personel ve onların eşleri için tertip edilen bir dizi konferansta 2007 yılında yeni seçilmiş olan Cumhurbaşkanı Abdullah Gül ile o tarihlerdeki Hükûmet üyelerini ve Hükûmet politikalarını eleştirmiş; ülkenin genel politik seyrine ilişkin yorumlar yapmış; Hükûmetin irticai faaliyetler yaptığını ileri sürmüş ve bazı siyasetçilerin eşlerinin başörtülü olmasını eleştirmiştir. Mahkeme, başvurucunun konferanslar sırasındaki sunum ve sözleri ile dinleyicilerin siyasitercih ve görüşlerini etkilemeyi hedeflediğine ve bunun siyasi faaliyette bulunmak suçunu oluşturduğuna; başvurucunun 780 TL adli para cezası ile cezalandırılmasına karar vermiştir. Askerî Yargıtay Dairesi, temyiz itirazlarını reddederek ilk derece mahkemesinin kararını onamıştır. İlam başvurucuya 21/11/2014 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucu 25/11/2014 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. A. Ulusal Hukuk 22/5/1930 tarihli ve 1632 sayılı Askeri Ceza Kanunu'nun "Siyasi faaliyetlerde bulunanlar" kenar başlıklı maddesi şöyledir: “Askeri şahıslardan;A) Siyasi bir partiye üye olmak için müracaat eden veya herhangi bir suretle siyasi partilere girenler,B) Siyasi amaçla toplantı yapan veya aynı amaçla siyasi gösterilere katılanlar,C) Siyasi amaçla nutuk söyleyen, demeç veren, yazı yazan veya telkinde bulunanlar,D) Siyasi toplantılara resmi veya sivil kıyafetle katılanlar,E) Herhangi bir sebeple yalnız veya toplu olarak siyasi mahiyette beyanname hazırlayan, hazırlanmış beyannameyi imzalayan, imzalatan veya yayın organlarına ulaştıran veya dağıtanlar,Fiil daha ağır bir cezayı gerektirmediği takdirde, bir aydan beş yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılırlar.Bu cürünler, seferberlikte işlenirse ceza iki misli olarak hükmolunur.” 4/1/1961 tarihli ve 211 sayılı Türk Silahlı Kuvvetleri İç Hizmet Kanunu'nun maddesinin birinci fıkrasının ilgili kısmı şöyledir:"Türk Silahlı Kuvvetleri mensupları siyasi faaliyette bulunamaz..." B. Uluslararası Hukuk Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM), Grigoriades/Yunanistan (B. No:24348/94, 25/11/1997) kararında asker kişinin ifade özgürlüğü hakkında değerlendirmeler yapmıştır. AİHM, komutanına mektup yazarak ordu hakkında ağır eleştiri ve isnatlarda bulunan bir askerin orduyu aşağılamak suçundan cezalandırılmasını ifade özgürlüğüne müdahale saymış ve şu değerlendirmelerde bulunmuştur: “ Mahkeme uygulanabilir prensipleri, Vogt - Almanya kararında aşağıdaki şekilde belirtmiştir (bkz. Vogt/Almanya, B. No:17851/91, 26/09/1995,§ 52):“(i) İfade özgürlüğü, demokratik bir toplumun esaslı temellerinden birini oluşturup, toplumun ilerlemesi ve her bir bireyin gelişimi için temel koşullardan biridir. İfade özgürlüğü, maddenin ikinci fıkrasına tabi olarak, sadece lehte olduğu kabul edilen veya zararsız görülen veya ilgilenmeye değmez bulunan “haber” ve “düşünceler” için değil, fakat aynı zamanda aleyhte olan, çarpıcı gelen ve rahatsız eden haber ve düşünceler için de uygulanır. Bunlar çoğulculuğun, hoşgörünün ve açık fikirliliğin gerekleri olup, bunlar olmaksızın “demokratik toplum” olamaz. Sözleşme’nin maddesinde belirtildiği üzere, bu özgürlüğün istisnaları vardır; ancak bu istisnalar dar yorumlanmalı ve bir kısıtlama ihtiyacının bulunduğu inandırıcı bir şekilde ortaya konmalıdır (bkz. 1976 tarihli Handyside/Birleşik Krallık, B. No: 5493/72,07/12/1976,§ 49; Lingens/Avusturya,B. No: 9815/82, 08/07/1986,§ 41 ve Jersild/Danimarka, B. No: 15890/89, 1994, § 37).(ii) Sözleşme’nin 10(2). fıkrası kapsamındaki “gerekli” sıfatı, “toplumsal ihtiyaç baskısı”nın varlığını ima etmektedir. Sözleşmeci Devletler böyle bir ihtiyacın olup olmadığını değerlendirirken belli bir takdir alanına sahiptirler, ancak bu takdir alanı, hem ulusal mevzuata hem de bağımsız bir mahkeme tarafından verilmiş olsa bile, bu mevzuatı uygulayan mahkeme kararlarını da kapsayan Avrupa denetimi ile birlikte el ele gitmektedir. Mahkeme, bundan dolayı, bir “sınırlamanın”, madde tarafından güvence altına alınan ifade özgürlüğü ile bağdaşır olup olmadığı konusunda son kararı vermeye yetkilidir.(iii) Mahkeme bu denetim yetkisini kullanırken görevi, kendini yetkili ulusal makamların yerine almak olmayıp, ulusal makamların takdir yetkileri gereğince aldıkları kararları maddeye göre incelemektir. Bu demek değildir ki denetim, davalı devletin takdir yetkisini makulce, özenle ve iyi niyetle kullanıp kullanmadığını tespit etmekle sınırlıdır. Mahkeme’nin yapması gereken şey, şikayet konusu müdahaleye olayın bütünlüğü içinde bakmak ve müdahalenin “izlenen meşru amaçla orantılı” olup olmadığını ve müdahaleyi haklı kılmak için ulusal makamlar tarafından gösterilen gerekçelerin “ilgili ve yeterli” olup olmadığını belirlemektir (Sunday Times (No. 2) /Birleşik Krallık, B. No: 13166/87, 26/11/1991 § 50). Mahkeme bunu yaparken, ulusal makamların maddede yer alan ilkelerle uyumlu olan standartları uyguladıklarına ve ayrıca maddi olayları kabul edilebilir bir şekilde takdir ederek karar verdiklerine ikna olmalıdır (bkz. Jersild/Danimarka, § 31). Sözleşme’nin maddesi, kışlanın kapısında durmaz. Bu madde, Sözleşmeci Devletlerin egemenlik alanı içinde bulunan diğer insanlara olduğu gibi asker kişilere de uygulanır. Bununla birlikte, Mahkeme’nin daha öncede belirttiği gibi, silah altındakilerin askeri disiplini zayıflatmalarını önlemek için düzenlenmiş hukuk kuralları bulunmadan, bir ordunun gereği gibi görev yapabileceğini düşünmek mümkün olmadığı için, askeri disipline karşı gerçek bir tehdidin bulunması halinde, Sözleşmeci Devletler ifade özgürlüğüne kısıtlamalar koyabilmelidirler (bkz. Vereinigung demokratischer Soldaten Österreichs ve Gubi/ Avusturya, B. No: 15153/89, 19/12/1994, § 36). Ancak ulusal makamlar, düşüncelerin ifadesi bir kurum olarak ordunun kendisine karşı yöneltilmiş olsa bile, ifade özgürlüğünün içini boşaltmak amacıyla bu tür kurallara dayanamazlar. Bu davada başvurucu komutanına bir mektup göndermiş, bu mektubun silahlı kuvvetleri aşağıladığı kabul edilmiştir (bkz.§ 14). Başvurucunun komutanı bu nedenle konuyu daha ileriye götürmeye ve başvurucu hakkında Askeri Ceza Yasasının maddesine göre dava açılmasına karar vermiştir (bkz. §16). Mektubun Yunan Ordusu ile ilgili bazı sert ve kızgın ifadeler içerdiği doğrudur. Ancak Mahkeme söz konusu ifadelerin, askeri yaşama ve bir kurum olarak orduya yönelik genel ve uzunca bir eleştirel söylev şeklinde dile getirilmiş olduğunu kaydeder. Mektup başvurucu tarafından yayınlanmamış veya bir kopyasının bir subaya verilmesi dışında, daha geniş bir kitleye dağıtılmamış ve başka kimselerin de bu mektubu bildiği iddia edilmemiştir. Mektupta, mektubun gönderildiği kişiye veya başka bir kimseye yönelik bir aşağılama da yer almamıştır. Bu durum karşısında Mahkeme, mektubun askeri disiplin üzerinde objektif etkisinin önemsiz olduğunu kabul eder.”
İfade özgürlüğü
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/18587
Başvuru, asker olan ve verdiği konferanslarda kullandığı ifadelerin siyasi faaliyette bulunmak suçunu oluşturduğundan bahisle cezalandırılan başvurucunun adil yargılanma hakkı ve ifade özgürlüğünün ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.
0
Başvuru, terör olayı nedeniyle uğranılan manevi zararın tazmin edilmesi istemiyle açılan tam yargı davasının reddedilmesi nedeniyle mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 12/1/2016 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüş bildirmemiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, İstanbul Taksim Meydanı'nda 31/5/2013 tarihinde toplanan kalabalığı dağıtmak amacıyla polislerce atılan biber gazı kapsülünün bacağına isabet etmesi sonucu yaralanmıştır. Başvurucu, olay nedeniyle 6/1/1982 tarihli ve 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanununun maddesine istinaden İstanbul Valiliğinden manevi tazminat talebinde bulunmuş; talebin reddedilmesi üzerine İstanbul İdare Mahkemesinde (Mahkeme)000 TL manevi tazminat ödenmesi istemiyle dava açmıştır. Mahkeme 28/10/2014 tarihli kararıyla davanın reddine karar vermiştir. İstanbul Bölge İdare Mahkemesinin (Bölge İdare Mahkemesi) 21/5/2014 tarihli kararıyla başvurucunun itirazı reddedilerek karar başvurucu yönünden onanmış, davalı idarenin lehe vekalet ücreti ödenmesi gerektiği yolundaki itirazı ise kabul edilerek vekâlet ücreti ödenmesine hükmedilmiştir. Mahkeme kararının gerekçesi şöyledir:" ... 5233 sayılı Yasa, yargısal ve bilimsel içtihatlarla kabul edilen 'sosyal risk' ilkesinin yasalaşmış halidir. Bu nedenle, adı geçen Yasanın uygulama alanı yalnızca 'sosyal risk ilkesi' uyarınca tazmini mümkün olan uyuşmazlıklarla sınırlı bulunmaktadır. Başka bir ifadeyle; zarar ile idari eylem arasında nedensellik bağının kurulabildiği hallerde sosyal risk ilkesinin uygulanmasına olanak bulunmadığından; idare hukuku kuralları çerçevesinde öncelikle hizmet kusurunun bulunup bulunmadığının araştırılması, hizmet kusuru yoksa kusursuz sorumluluk ilkesine göre zararın tazmin edilip edilemeyeceğinin belirlenmesi gerekmektedir.Ancak, adı geçen Yasanın uygulama alanı yalnızca 'sosyal risk ilkesi' uyarınca tazmini mümkün olan uyuşmazlıklarla sınırlı bulunduğu, hizmet kusuru veya kusursuz sorumluluk ilkeleri uyarınca açılan tazminat davalarının uygulama alanı dışında kaldığı açıktır....Bu durumda, 5233 sayılı Yasa kapsamındaki bir olay nedeniyle manevi tazminat ödenmesi söz konusu olmadığından davalı idarece davacının manevi tazminat talebinin reddine ilişkin işlemde hukuka aykırılık bulunmamaktadır." Başvurucunun karar düzeltme istemi, Bölge İdare Mahkemesinin 5/11/2015 tarihli kararıyla reddedilmiş ve nihai karar 14/12/2015 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucu 12/1/2016 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. 17/7/2004 tarihli ve 5233 sayılı Terör ve Terörle Mücadeleden Doğan Zararların Karşılanması Hakkında Kanun'un , , , , , , geçici , geçici maddeleri (bkz. Celal Demir, B. No: 2013/3309, 6/2/2014, §§ 15-21, 23). 2577 sayılı Kanun’un maddesinin (1) numaralı fıkrasının ilgili kısmı şöyledir: “ İdari dava türleri şunlardır: ...b) İdari eylem ve işlemlerden dolayı kişisel hakları doğrudan muhtel olanlar tarafından açılan tam yargı davaları, ...” 2577 sayılı Kanunu’nun maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:  “İdari eylemlerden hakları ihlal edilmiş olanların idari dava açmadan önce, bu eylemleri yazılı bildirim üzerine veya başka süretle öğrendikleri tarihten itibaren bir yıl ve her halde eylem tarihinden itibaren beş yıl içinde ilgili idareye başvurarak haklarının yerine getirilmesini istemeleri gereklidir. Bu isteklerin kısmen veya tamamen reddi halinde, bu konudaki işlemin tebliğini izleyen günden itibaren veya istek hakkında altmış gün içinde cevap verilmediği takdirde bu sürenin bittiği tarihten itibaren, dava süresi içinde dava açılabilir.” Anayasa Mahkemesinin 25/6/2009 tarihli ve E.2006/79, K.2009/97 sayılı kararı şöyledir:"5233 sayılı Yasa, terör eylemleri veya terörle mücadele kapsamında yürütülen faaliyetler nedeniyle zarar gören kişilerin maddi zararlarının özellikle yargı yoluna gitmelerine gerek kalmadan, idarece en kısa süre içinde ve sulh yoluyla karşılanması amacıyla hazırlanmış bir yasadır. Yasa bu yönüyle zarara uğrayan vatandaş ile devlet arasındaki uyuşmazlıkta yargı yoluna gidilmeden alternatif bir çözüm yöntemi getirmiştir. Yasakoyucu bu amaca uygun olarak yargılama hukuku kurallarından farklı hükümler öngörerek buna ilişkin esasları Yasa'da ayrıntılı olarak kurala bağlamıştır.İdare, yürüttüğü hizmetin doğrudan sonucu olan, nedensellik bağı kurulabilen zararları kusur sorumluluğu ilkesi uyarınca tazminle yükümlüdür. Ancak bazen idare, kusur koşulu ve nedensellik bağı aranmadan da meydana gelen bazı zararlardan sorumlu olabilmektedir. Bunlar, idarenin kendi faaliyet alanıyla ilgili önlemekle yükümlü olduğu halde önleyemediği zararlardır. 5233 sayılı Yasa'da yer alan sorumluluğun dayanağını da kusursuz sorumluluğun bir türü olan ve bilimsel ve yargısal içtihatlarla geliştirilen 'sosyal risk ilkesi' oluşturmaktadır.Terör ve terörle mücadeleden doğan ancak idari bir eylem veya işlemle nedensellik bağı bulunmayan maddi zararların karşılanmasına ilişkin 5233 sayılı Yasa'daki düzenlemeler, yasakoyucunun sosyal hukuk devletinin gereği olarak sorumluluk hukukunun genel ilkelerine yasayla getirdiği bir istisnadır. İdarenin kusurunun bulunmadığı ancak 'sosyal risk ilkesi' gereği sulh yoluyla karşılanması gereken zararların nelerden ibaret olduğunun tespiti, yasakoyucunun takdir yetkisi içindedir. İtiraz konusu kurallarda yer alan maddi zararların öncelikle sulh yoluyla karşılanmasına ilişkin hükümlerin bulunmasını bu kapsamda değerlendirmek gerekir.5233 sayılı Yasa, idarenin eylem ve işleminin sonucu olmayan ve herhangi bir idari işlem veya eylemle doğrudan nedensellik bağı da bulunmayan, ancak terör ve terörle mücadele sırasında meydana gelen zararların da tazmini yolunu açan, bu anlamda idarenin kusursuz sorumluluk alanını genişleten bir yasadır. Bu Yasa idarenin kusursuz sorumluluk alanını genişletmekle birlikte, aynı zamanda terör ve terörle mücadele sırasında meydana gelen zararlardan sadece 'maddi' olan kısmının sulh yoluyla tazminine ilişkin esas ve usulleri belirlemektedir. Yasa'da bu zararlardan 'manevi' olan kısmın idareden talep edilemeyeceğine ilişkin bir hükme yer verilmediği gibi, maddede 'sulh yoluyla çözülemeyen uyuşmazlıklarda ilgililerin yargı yoluna başvurma hakları saklıdır' denilerek Anayasa'nın maddesinin birinci fıkrasına paralel bir düzenlemeye yer verilmiştir. Bu nedenle itiraz konusu ibare, idarenin sorumluluk alanını daraltan veya idari işlem veya eylemlere karşı yargı yolunu kapatan bir hüküm içermemektedir." Danıştay İdari Dava Daireleri Kurulunun 26/3/2014 tarihli ve E.2013/1489, K.2014/1219 sayılı ilamının ilgili kısmı şöyledir:“5233 sayılı Yasa, idarenin terör olaylarına dayalı kusursuz sorumluluk alanını genişleten, oluşan zararların yargı yoluna başvurmadan sulh yoluyla ödenmesine öngören, bu yönüyle uyuşmazlığın sadece maddi zararlara ilişkin kısmının yargı dışı alternatif bir yöntemle giderilmesini sağlayan, ancak manevi zararların karşılanmasını da engellemeyen nitelikte bir yasadır.Nitekim Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin 18888/02 nolu başvuruya konu 12/1/2006 günlü Aydın İçyer - Türkiye kararının paragrafında, 5233 sayılı Terör ve Terörle Mücadeleden Kaynaklanan Zararların Karşılanması Hakkında Kanunla ilgili olarak 'Tazminat Kanun’unda yalnız maddi zararlar için tazminat talep etme olanağının bulunduğu doğru olsa da Kanun’un maddesinin idari mahkemelerde manevi zarar için tazminat talep etme olanağı verdiği görülmektedir.' ifadesine yer verilmiştir.Bu durumda, terör olayları nedeniyle meydana gelen ve sosyal risk ilkesi kapsamında bulunup 5233 sayılı Yasa uyarınca karşılanmayan ilgililerin ileri sürdükleri manevi zarara bağlı tazminat taleplerine ilişkin uyuşmazlıklarda, idare hukukunun tazminata ilişkin ilke ve kuralları çerçevesinde 2577 sayılı Yasanın öngördüğü usullere tabi olarak manevi tazminat ödenip ödenmeyeceğine ilişkin yargısal incelemesinin yapılması gerekmektedir.”
Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler)
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2016/782
Başvuru, terör olayı nedeniyle uğranılan manevi zararın tazmin edilmesi istemiyle açılan tam yargı davasının reddedilmesi nedeniyle mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
1
Başvuru, göreve iade edilen başvurucunun durumuna uygun kadroya atanmaması nedeniyle özel hayata saygı hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvurucu İnönü Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Uluslararası Ticaret ve İşletmecilik Bölümünde öğretim üyesi olarak görev yapmakta iken 675 sayılı Olağanüstü Hal Kapsamında Bazı Tedbirler Alınması Hakkında Kanun Hükmünde Kararname'nin ekli listesinde ismine yer verilmek suretiyle kamu görevinden çıkarılmıştır. Akabinde başvurucunun Olağanüstü Hal İşlemleri İnceleme Komisyonuna yaptığı başvuru kabul edilmiş ve buna ilişkin karar uygulanmak üzere Yükseköğretim Kuruluna (YÖK) bildirilmiştir. YÖK tarafından başvurucunun Nevşehir Hacı Bektaşi Veli Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Uluslararası Ticaret ve Lojistik Bölümü Uluslararası Ticaret ve Lojistik Ana Bilim Dalına atanmasına karar verilmiştir. Başvurucu tarafından İngilizce eğitim veren ve durumuna uygun bir kadroya atamasının yapılması gerektiğinden bahisle bahse konu atama işleminin iptali istemiyle dava açılmıştır. İdare mahkemesi kamu yararı ve hizmet gerekleri doğrultusunda yapılan atama işleminde hukuka aykırı bir yön bulunmadığı sonucuna vararak davanın reddine karar vermiştir. Başvurucu idare mahkemesi kararının hukuka aykırı olduğunu ileri sürerek istinaf başvurusunda bulunmuştur. Bölge idare mahkemesi, idare mahkemesi kararının hukuka uygun olduğu ve kaldırılmasını gerektirecek bir neden bulunmadığı gerekçesiyle istinaf başvurusunun reddine karar vermiştir. Başvurucu, nihai hükmü Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) üzerinden 11/11/2020 tarihinde öğrendikten sonra 15/12/2020 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.
Özel hayatın ve aile hayatının korunması hakkı
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2020/39752
Başvuru, göreve iade edilen başvurucunun durumuna uygun kadroya atanmaması nedeniyle özel hayata saygı hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
0
Başvuru, yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Ekli tabloda sıralanan başvurulara ait başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra başvurular Komisyonlara sunulmuştur. Komisyonca başvuruların kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Konularının aynı olması nedeniyle ekli tablonun B sütununda numaraları belirtilen başvuru dosyalarının aynı tablonun (1) numaralı satırında yer alan 2018/25705 numaralı bireysel başvuru dosyası ile birleştirilmesine ve incelemenin bu dosya üzerinden yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvuruların kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü'nün maddesinin (2) numaralı fıkrası uyarınca başvurunun içtihadın oluştuğu alana ilişkin olduğu değerlendirilerek Bakanlık cevabı beklenmeden incelenmesine karar verilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucular, haklarındaki yargılamaların uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma haklarının ihlal edildiği iddiasıyla farklı tarihlerde Anayasa Mahkemesine bireysel başvuruda bulunmuştur.
Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler)
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2018/25705
Başvuru, yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
1
Başvuru; bir protesto eylemine kolluk görevlilerince güç kullanılarak müdahale edilmesi nedeniyle adil yargılanma hakkı, etkili başvuru hakkı, kötü muamele yasağı, sendika hakkı ile toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.
Yaşam hakkı-Kötü muamele yasağı
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2020/8335
Başvuru; bir protesto eylemine kolluk görevlilerince güç kullanılarak müdahale edilmesi nedeniyle adil yargılanma hakkı, etkili başvuru hakkı, kötü muamele yasağı, sendika hakkı ile toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.
0
Başvuru, makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 16/9/2014 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına gönderilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, uyuşturucu madde ticareti yapma suçunu işlediği iddiasıyla 24/6/2006 tarihinde gözaltına alınmış; İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığının 3/7/2006 tarihli iddianamesiyle hakkında kamu davası açılmıştır. İstanbul Ağır Ceza Mahkemesinin 11/7/2007 tarihli kararıyla başvurucunun beraatine karar verilmiştir. Temyiz üzerine karar, Yargıtay Ceza Dairesince 22/5/2014 tarihinde onanmıştır.
Adil yargılanma hakkı (Suç İsnadı)
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/15459
Başvuru, makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
1
Başvuru, yapılan kanuni düzenleme ile, devam eden yargılama sürecine sonuca etkili olacak biçimde müdahale edilmesi nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Ekli listede sıralanan başvurulara ait başvuru formları ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemelerinden sonra başvurular Komisyonlara sunulmuştur. Konularının aynı olması nedeniyle ekli (2) No.lu tablonun (B) sütununda numaraları belirtilen başvuru dosyalarının aynı tablonun sırasında yer alan 2015/3074 numaralı bireysel başvuru dosyası ile birleştirilmesine ve incelemenin bu dosya üzerinden yapılmasına karar verilmiştir. Komisyonlarca kabul edilebilirlik incelemesinin Bölümler tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir:A. Uyuşmazlığın Arka Planı Başvurucular; Vakıflar Bankası Türk Anonim Ortaklığında (Banka) çalıştıkları süre zarfında, 17/7/1964 tarihli ve 506 sayılı Sosyal Sigortalar Kanunu’nun geçici maddesi uyarınca kurulmuş bulunan T. Vakıflar Bankası T.A.O. Memur ve Hizmetlileri Emekli Sağlık Yardım Sandığı Vakfına (Vakıf) ödedikleri primler karşılığında emekliliğe hak kazanmışlardır. Vakıf, kanunla kurulan sosyal güvenlik kurumları dışında kalan ancak onlara denk kabul edilen bir tüzel kişilik olup söz konusu sandık mensupları bakımından zorunlu sosyal güvenlik kurumu niteliğindedir. Vakfın amacı, Vakıf Senedi’nin maddesinde şöyle ifade edilmiştir:“... a) İş bu vakıf senedi hükümleri dairesinde üyelerin emeklilik, malullük, ölüm, hastalık, analık, iş kazaları ve meslek hastalıkları hallerinde ve eş ve çocukları ile üyenin geçindirmekle yükümlü bulunduğu ana ve babasının hastalıklarında, Sosyal Sigortalar Kanunları ile temin edilen yardımlardan az olmamak üzere hak sahiplerine yardımda bulunmak; …” Vakfın gelirleri, sandık üyelerinin aylıklarından yapılan prim kesintilerinden ve diğer gelirlerden oluşmaktadır. Banka da aynı esaslar çerçevesinde hesaplanan tutarı işveren hissesi olarak her ay Vakfa aktarmaktadır. Vakıf, üyelerine yapacağı yardımın miktarını ve dolayısıyla emekli aylıklarına ilişkin artışları Vakıf Senedi’nde yazılı hükümler çerçevesinde tek taraflı olarak belirlemekte olup bunun 506 sayılı Kanun'la belirlenmiş alt sınırın altına düşmemesi gerekmektedir.B. Başvurulara Konu Dava Süreçleri Sandık üyeleri, yapılan artışların 506 sayılı Kanun’un geçici maddesine uygun bir şekilde yapılmadığı gerekçesiyle Vakıf aleyhine iş mahkemeleri önünde alacak davaları açmışlardır. Bu davalar sonucunda 506 sayılı Kanun’un geçici maddesinin nasıl anlaşılıp uygulanacağı konusunda bir yargısal içtihat yerleşmiştir. Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun bu çerçeveyi çizen 24/3/2010 tarihli ve E.2010/10-155, K.2010/170 sayılı kararına göre 506 sayılı Kanun'un geçici maddesinde değinilen alt sınırın belirlenmesinde, davalı Vakfın bağladığı aylıklara yapılan artış oranlarının Sosyal Güvenlik Kurumu (bu Kuruma devredilen SSK) sigortalılarına bağlanan yaşlılık aylıklarına yapılan artış oranlarıyla karşılaştırılması usulü dikkate alınmalıdır. Böylece bulunan artış oranının 506 sayılı Kanun uyarınca yaşlılık aylığı alanlara yapılan artış oranından daha az olması durumunda da Vakıf Senedi'ndeki düzenlemelere göre aylıklarında artış olacak kişilerin ayrıca 506 sayılı Kanun'un aylık artışlarına dair hükümlerinden yararlanmaları gerekmektedir. Söz konusu Vakıf tarafından kendilerine aylık bağlanan başvurucular, muhtelif tarih aralıklarında emekli aylıklarına artış yapılmaması nedeniyle Ankara iş mahkemelerinde alacak davaları açmışlardır. Açtıkları davalarda başvurucular, emekli aylıklarında artış yapılmayan dönemler yönünden farkın hesaplanarak kendilerine ödenmesini talep etmişlerdir. Bu arada yargılama süreci devam ederken 13/2/2011 tarihli ve 6111 sayılı Kanun’un maddesiyle 506 sayılı Kanun’un geçici maddesine eklenen beşinci fıkra ile aynı maddenin sandık emeklilerine yapılacak yardımların düzenlendiği birinci fıkrasının (b) bendinin uygulanmasında; yardımların sağlanması ve bağlanması yönünden alt sınırın belirlenmesinde muadil miktar karşılaştırmasının esas alınacağı, bunun mevcut davalara da uygulanacağı düzenlenmiştir. 6111 sayılı Kanun 25/2/2011 tarihli ve 27857 mükerrer sayılı Resmî Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe girmiştir. 6111 sayılı Kanun'un yürürlüğe girmesinin ardından davaları görmekte olan yargılama makamları, açıldığı tarihteki mevzuat hükümlerine göre kabul ile sonuçlanacak davaların yasal dayanağını oluşturan düzenlemenin yargılama sürecindeki yasa değişikliğiyle ortadan kalktığı gerekçesine dayanarak ret kararları vermiştir. Davaların reddine ilişkin kararlar, kanun yolu denetiminden geçerek kesinleşmiş ve yargılama süreçleri sona ermiştir. Yargılama süreçlerinin sona ermesinin ardından ekli (2) numaralı tablonun (C) sütununda yer verilen başvurucular, bireysel başvuruda bulunmuşlardır.
Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler)
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2015/3074
Başvuru, yapılan kanuni düzenleme ile, devam eden yargılama sürecine sonuca etkili olacak biçimde müdahale edilmesi nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
0
Başvuru; hâl sicil kağıdının iptali istemiyle açılan davada gerekçesiz, hukuka aykırı karar verilmesi ve makul sürede yargılamanın tamamlanması nedenleriyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 3/9/2014 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık tarafından görüş sunulmuştur. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir:A. Başvuru Tarihinden Önceki Süreç Başvurucu Niğde Asliye Ceza Mahkemesi hâkimi olarak görev yapmakta iken 2009 yılı içinde gerçekleşen denetimler sonucu hakkında düzenlenen hâl sicil kağıdı "orta" notuyla değerlendirilmiştir. Başvurucu hâl sicil kağıdının iptali istemiyle 21/10/2009 tarihinde dava açmıştır. Aksaray İdare Mahkemesi (Mahkeme) 30/3/2010 tarihli kararıyla verilen notun hâl sicil kağıdında getirilen eleştirinin nitelik ve niceliği ile orantılı olmadığı ve takdirin dayanağı ortaya konulmadan düşük not verildiği hususlarına vurgu yapmıştır. Mahkeme, sonuç olarakhukuka ve hakkaniyete aykırı olduğu gerekçesiyle işlemi iptal etmiştir. İptal kararı Danıştay İkinci Dairesinin 1/12/2010 tarihli kararıyla tavsiyeler listesindeki hususlar dikkate alınmış, objektif düzenlendiği anlaşılan işlemde hukuka aykırılık bulunmadığı gerekçesine yer verilerek bozulmuştur. Mahkeme 20/12/2011 tarihli kararıyla bozma kararına uymayarak iptal kararında ısrar etmiştir. Israr kararı, Danıştay İdari Dava Daireleri Kurulunun 14/2/2013 tarihli kararıyla hâl kağıdında ve dayanağı olan öneriler listesinde yer alan değerlendirmelerin orta not verilmesini haklı kılacak nitelikte olduğu tespit edilerek işlemin hukuka uygun olduğu gerekçesiyle bozulmuştur. Bozma kararına yönelik karar düzeltme istemi, aynı Kurulun 3/4/2014 tarihli kararıyla reddedilmiştir.B. Başvuru Tarihinden Sonraki Süreç Mahkeme 6/1/1982 tarihli ve 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu'nun maddesinin kararın verildiği tarihte yürürlükte bulunan hükmü gereğince Danıştay İdari Dava Daireleri Kurulunun bozma kararına zorunlu olarak uymuş ve 15/10/2014 tarihli kararıyla davayı reddetmiştir. Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) üzerinden yapılan inceleme sonucu ret kararının temyiz edilmeden 6/12/2014 tarihinde kesinleştiği anlaşılmıştır.
Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler)
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/14636
Başvuru, hâl sicil kağıdının iptali istemiyle açılan davada gerekçesiz, hukuka aykırı karar verilmesi ve makul sürede yargılamanın tamamlanması nedenleriyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
1
Başvuru; 17/8/1999 tarihinde meydana gelen depremde orta derece hasar alan konutun yetkililerce yıkılması sonucu uğrandığı ileri sürülen zararın tazmini için açılan davanın makul sürede sonuçlanmaması nedeniyle adil yargılanma hakkının; bu davaya konu zararının kısa sürede karşılanmaması nedeniyle oluşan değer kaybından dolayı da mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvuru 2/9/2013 tarihinde Gölcük Asliye Hukuk Mahkemesi vasıtasıyla yapılmıştır. Başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesi neticesinde başvurunun Komisyona sunulmasına engel teşkil edecek bir eksikliğinin bulunmadığı tespit edilmiştir. Birinci Bölüm İkinci Komisyonunca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm tarafından 9/1/2014 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüşünü 12/3/2014 tarihinde Anayasa Mahkemesine sunmuştur. Bakanlık tarafından Anayasa Mahkemesine sunulan görüş başvurucuya tebliğ edilmiştir. Başvurucu, Bakanlığın görüşüne karşı beyanlarını 2/4/2014 tarihinde ibraz etmiştir. A. Olaylar Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: Başvurucunun Kocaeli ili Gölcük ilçesi 40 pafta 244 ada 671 parselde maliki bulunduğu konutu 17/8/1999 tarihinde meydana gelen deprem nedeniyle orta derece hasar almış ve yıkımı yapılacak binalar arasında olmamasına rağmen yıkım ve enkaz kaldırma ihalesini alan şirket tarafından konutun bulunduğu bina yıkılmıştır. Başvurucu, idarenin kontrol yükümlülüğünü yerine getirmeyerek binanın yıkılmasında kusurlu olduğundan bahisle meydana gelen zararının tazmini istemiyle 25/11/1999 tarihinde Sakarya İdare Mahkemesinde dava açmıştır. Mahkemece davanın “idari merci tecavüzü” nedeniyle merciine tevdi edilmesi sonucu başvurucunun talebini Kocaeli Valiliğinin zımnen reddetmesi üzerine 24/4/2000 tarihinde kayda giren dilekçeyle başvurucu tarafından 000 TL zararın tazmini istemiyle açılan dava Sakarya İdare Mahkemesince görülmeye başlanmıştır. Öte yandan başvurucu, yıkım işini yapan şirket aleyhine de Gölcük Asliye Hukuk Mahkemesinde tazminat davası açmıştır. Sakarya İdare Mahkemesi 31/10/2002 tarihli ve E.2001/2199, K.2002/1432 sayılı kararıyla idarenin gözetim ve denetim yükümlülüğünü yerine getirmedeki kusurundan kaynaklanan, kamu hizmetinin kötü ve geç işlemesi nedeniyle oluşan zararı idarenin tazminle yükümlü olduğu gerekçesiyle dava kısmen kabul edilerek bilirkişi raporuna göre başvurucunun konutunun, yıkımın gerçekleştirildiği tarihteki rayiç bedeli olan 080 TL maddi tazminatın ödenmesine hükmedilmiş, maddi tazminat talebinin bu miktarı aşan kısmı ise reddedilmiştir. Davalı, Kocaeli Valiliği ile davalı yanında davaya katılan Bayındırlık ve İskan Bakanlığınca karar temyiz edilmiş; Danıştay Onbirinci Dairesinin 14/6/2005 tarihli ve E.2003/2087, K.2005/3597 sayılı kararıyla başvurucu tarafından aynı olaya ilişkin olarak iki farklı yargı kolunda dava açıldığı, her iki davanın sonuçları itibarıyla birbirini ilgilendirdiğinden bu davalarda alınacak kararların mükerrer ödemeye neden olacağı gözetilmeden eksik incelemeye dayalı olarak verilen kararda hukuka uyarlık bulunmadığı gerekçesiyle bozulmuştur. Bozma kararına karşı başvurucu tarafından yapılan karar düzeltme talebi ise aynı Dairenin 10/10/2007 tarihli ve E.2005/5101, K.2007/7331 sayılı kararıyla reddedilmiştir. Dosya tekrar kendisine gelen Sakarya İdare Mahkemesi 22/11/2007 tarihli ve E.2007/1285, K.2007/1306 sayılı ilamıyla Kocaeli ilinde idare mahkemesinin kurulduğunu ve bu mahkemenin 14/7/2003 tarihinde fiilen faaliyete geçtiğini belirterek davanın yetki yönünden reddine ve dava dosyasının yetkili Kocaeli İdare Mahkemesine gönderilmesine karar vermiştir. Kocaeli İdare Mahkemesi 31/12/2008 tarihli ve E.2008/52, K.2008/1796 sayılı kararıyla Danıştay’ın bozma kararına uymuş ve Gölcük Asliye Hukuk Mahkemesinde başvurucu tarafından açılan davada dosyanın işlemden kaldırılmasına karar verildiğini belirterek, yıkılan konutun yıkımın gerçekleştirildiği tarihteki rayiç bedeli olan 080 TL tazminatın ilgili idarece başvurucuya ödenmesine hükmetmiştir. Kararın gerekçesinin ilgili kısımları şöyledir:“Dava konusu olayda, davalı idare elemanlarınca 17/8/1999 tarihinde meydana gelen deprem sonucunda orta hasarlı (onarılabilir) olarak tespit edilen davacı konutunun, davalı idare tarafından oluşturulan komisyonca ihale edilmesi neticesinde, ihaleyi alan .. şirketi tarafından sehven yıkılması nedeniyle meydana gelen zararın davalı idarece tazmin edilmesi gerektiği tartışmasızdır.” Başvurucu anılan karara dayalı olarak Kocaeli Valiliği ile Bayındırlık ve İskan Bakanlığı hakkında Gölcük İcra Dairesinin 2012/3100 esas sayılı icra dosyasında 7/4/2009 tarihinde ilamlı icra takibi başlatmıştır. 19/7/2012 tarihinde icra dosyasına 269,01 TL tutarında bir ödeme yapılmış, cezaevi yapı pulu harcı düşüldükten sonra kalan 383,71 TL başvurucuya 24/7/2012 tarihinde ödenmiştir. İlk Derece Mahkemesinin kararı temyiz edilmiş, Danıştay Ondördüncü Dairesinin 13/12/2011 tarihli ve E.2011/13301, K.2011/4660 sayılı ilamıyla hüküm onanmış, karar düzeltme talebi ise aynı Dairenin 26/6/2013 tarihli ve E.2012/4069, K.2013/5272 sayılı ilamıyla reddedilmiştir. Karar, başvurucu vekiline 2/8/2013 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucu 2/9/2013 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.B. İlgili Hukuk Anayasanın maddesinin son fıkrası şu şekildedir:“İdare kendi eylem ve işlemlerinden doğan zararı ödemekle yükümlüdür”. 10/6/1949 tarihli ve 5442 sayılı İl İdaresi Kanunu’nun maddesinin ilgili kısmı şöyledir:“A) Vali, … kamu düzen ve güvenini korumak için gereken tedbirleri alır... C) İl sınırları içinde huzur ve güvenliğin, …kamu esenliğinin sağlanması… valinin ödev ve görevlerindendir.Bunları sağlamak için vali gereken karar ve tedbirleri alır…” 5442 sayılı Kanunu’nun maddesinin ilgili kısmı şöyledir:“A) Kaymakam, …kamu düzen ve güvenini korumak için gereken tedbirleri alır… Ç) İlçe sınırları içinde huzur ve güvenliğin, …kamu esenliğinin sağlanması kaymakamın ödev ve görevlerindendir.Bunları sağlamak için kaymakam gereken karar ve tedbirleri alır; ” 15/5/1959 tarihli ve 7269 sayılı Umumi Hayata Müessir Afetler Dolayısıyla Alınacak Tedbirlerle Yapılacak Yardımlara Dair Kanun’un maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:“Deprem (Yer sarsıntısı), yangın, su baskını, yer kayması, kaya düşmesi, çığ, tasman ve benzeri afetlerde; yapıları ve kamu tesisleri genel hayata etkili olacak derecede zarar gören veya görmesi muhtemel olan yerlerde alınacak tedbirlerle yapılacak yardımlar hakkında bu kanun hükümleri uygulanır.” 7269 sayılı Kanun’un maddesinin ilgili kısmı şöyledir:“İçişleri, İmar ve İskan, Bayındırlık, Sağlık ve Sosyal Yardım ve Tarım Bakanlıklarınca acil yardım teşkilatı ve programları hakkında genel esasları kapsayan bir yönetmelik yapılır.Bu yönetmelik esasları dairesinde afetin meydana gelmesinden sonra yapılacak kurtarma, yaralıları tedavi, barındırma, ölüleri gömme, yangınları söndürme, yıkıntıları temizleme ve felaketzedeleri iaşe gibi hususlarda uygulanmak üzere görev ve görevlileri tayin, toplanma yerlerini tespit eden bir program valiliklerce düzenlenir ve gereken vasıtalar hazırlanarak muhafaza olunur.Bu programların uygulanması, valiliklerce kurulacak kurtarma ve yardım komitelerince sağlanır. ” 7269 sayılı Kanun’un maddesinde afet bölgelerinde yapılacak teknik işlere dair düzenlemenin ilgili kısmı şöyledir:“a) Yapılacak işlemlere esas olmak üzere İmar ve İskan Bakanlığınca kurulacak fen kurulları tarafından, afetin meydana geldiği arazinin durumu ile bütün yapılar ve kamu tesisleri incelenerek, hasar tespit raporu düzenlenir. (Değişik: 31/8/1999 - KHK - 574/1 md.) Gereken hallerde, yapılarda meydana gelen hasarı tespit etmek üzere Bayındırlık ve İskan Bakanlığının isteği üzerine diğer bakanlık, kurum ve kuruluşlar, mahalli idareler, üniversiteler ve meslek odaları, konusunda deneyimli yeteri kadar inşaat mühendisi ve/veya mimarı hasar tespiti çalışmalarında derhal görevlendirmekle yükümlüdürler.(Değişik: 31/8/1999 - KHK - 574/1 md.) Arazinin tehlikeli durumu ve binaların gördüğü hasar bakımından yıktırılması ve boşaltılması gerekenler hakkında, o il ve ilçenin en büyük mülkiye amirine ayrı bir rapor verilir. Bu makamlarca böyle binalar derhal boşalttırılır. Yıkılması gerekenler için en çok 3 gün süre verilerek tehlikenin giderilmesi sahiplerine bildirilir. Mahallinde sahibi bulunmadığı takdirde durum, mahalli vasıtalarla ilan edilmek suretiyle, bildiri yapılmış sayılır.(Değişik: 31/8/1999 - KHK - 574/1 md.) Mal sahibi veya vekili, bu bildiriye karşı 3 gün içinde yetkili idare kurullarına itiraz edebilir. İdare kurulları bu itirazı en geç 3 gün içinde inceler ve karara bağlar. Süresinde itiraz olunmayan, yahut itiraz olunup da idare kurullarınca yıkılması onaylanan binaları mal sahibi yıkmadığı takdirde bu binalara el konularak yıkma parası yıkıntıdan elde edilecek malzeme bedelinden ödenmek üzere, mahallin en büyük mülkiye amirinin emri ile yıktırılır.… b) (Değişik: 31/8/1999 - KHK 574/1 md.) Hasar görmüş, fakat ıslahı mümkün olan binaların fen kurullarının göstereceği şartlara göre tamiri yapılıncaya kadar içine girilmesine ve oturulmasına izin verilemez. Bu binalar 1 yıl içinde tamir ettirilmediği ve itiraz da olmadığı takdirde yukarıdaki esaslar dahilinde yıktırılır. İtiraz halinde, bu itiraz yukarıdaki mahalli idare kurullarınca 5 gün içinde incelenir ve karara bağlanır. İtiraz sebepleri yerinde görüldüğü takdirde süre 6 ay daha uzatılır.… ” 7269 sayılı Kanun’un Geçici maddesinin ilgili kısmı şöyledir:“Geçici Madde 13 – (Ek: 31/8/1999 - KHK-574/3 md.)(Değişik ibare : 23/3/2000 - KHK - 598/2 md.) 17 Ağustos ve 12 Kasım 1999 tarihinde vuku bulan depremler dolayısıyla genel hayata etkili afete maruz bölgede yer alan illerde afete maruz kalanların, hasar tespiti ve hak sahipliği işlemlerine dair esas ve usullerin belirlenmesi ile geçici ve kesin iskanlarının temini amacıyla yeni yerleşim alanlarının tespitive prefabrik veya kalıcı konutların, kamu yapıları ve tesislerinin inşaat ve esaslı onarım işlerinin yapımı için her türlü alım, satım, hizmet, yapım, kira, trampa, mülkiyetin gayri ayni hakları tesis etmede ve taşıma işlerinde Bayındırlık ve İskan Bakanlığı yetkilidir. ”
Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler)
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2013/6880
Başvuru, 17/8/1999 tarihinde meydana gelen depremde orta derece hasar alan konutun yetkililerce yıkılması sonucu uğrandığı ileri sürülen zararın tazmini için açılan davanın makul sürede sonuçlanmaması nedeniyle adil yargılanma hakkının; bu davaya konu zararının kısa sürede karşılanmaması nedeniyle oluşan değer kaybından dolayı da mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.
1
README.md exists but content is empty.
Downloads last month
34